Doğu Türkistan, tarih boyunca Türk-İslam kültürünün önemli merkezlerinden biri olmuş, günümüzde ise Çin Halk Cumhuriyeti’nin egemenliği ...
Doğu
Türkistan, tarih boyunca Türk-İslam kültürünün önemli merkezlerinden biri
olmuş, günümüzde ise Çin Halk Cumhuriyeti’nin egemenliği altında bulunan Sincan
Uygur özerk bölgesi (Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi) adıyla
yönetilmektedir. Sorun, hem etnik-kültürel kimlik mücadelesi hem de jeopolitik
çıkar çatışması niteliği taşımaktadır.
Sorunun
temel boyutları: Tarihsel boyutu incelediğimizde,19.yüzyılın sonlarında Qing
Hanedanı tarafından ilhak edilen bölge, 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’ne
katılmıştır.Uygur halkı, tarihsel olarak bağımsızlık ve özerklik
taleplerini sürdürmüştür.
Çin yönetimi, bölgeyi “tarihi Çin toprağı” olarak
tanımlayarak tüm ayrılıkçı hareketleri “terörizm” olarak nitelendirmektedir.
Tarafsız bir tahlil yapıldığında, Tarihsel egemenlik
iddialarının çelişkisi, hem Çin’in iç bütünlüğü hem de Türk-İslam dünyasının
kimlik duyarlılıkları açısından kalıcı bir gerilim yaratmaktadır.
Demografi ve kültürel olarak konu ele alındığında, Uygurların
dini (İslam), dili (Türkçe lehçesi), ve gelenekleri Han Çin kültüründen oldukça
farklıdır.
Çin’in uyguladığı “asimilasyon politikaları” (Han
göçleri, eğitimde dil değişimi, dini yasaklar) kültürel kimliği
zayıflatmaktadır.
Kültürel baskı, güvenlik riskini azaltmak yerine kimlik
direncini artırmakta, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmektedir.
Bilinmektedir ki, her siyasi hareketin kültürel
etkisi, nüfusun insani talepleri ile örtüşmelidir. Bu durum olmadığında, direnç
göstermesi doğal insani bir eylemdir. Asimilasyon politikalarına gösterilen
tepkiyi Çin yönetimi bu çerçeveden değerlendirmelidir.
Oysa Çin
yönetimi, bölgedeki ayrılıkçı eğilimleri ulusal güvenliğe tehdit olarak
tanımlar.
2017 sonrası dönemde “yeniden eğitim kampları” ve
“dijital gözetim ağı” kurulmuştur.
Terörle mücadele gerekçesi, birçok sivil ve dini
faaliyet üzerinde baskı aracı haline gelmiştir.
Aşırı güvenlikçi yaklaşım, kısa vadede istikrar sağlasa da uzun vadede insan
hakları sorunları nedeniyle Çin’in uluslararası imajını zedelemektedir.
Bölge, Çin’in enerji kaynaklarının %20’sine
sahiptir ve Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) güzergâhının merkezindedir. Bu
stratejik değer, Çinin ekonomik egemenliği ile sağlanmaya çalışılması, sorunu
derinleştirmektedir.
Ekonomik yatırımların çoğu Han nüfusuna avantaj
sağlamaktadır; bu da etnik gelir uçurumunubüyütmektedir.
Ekonomik kalkınma politikaları, yerel katılım ve adalet olmadan yürütüldüğü
için “ekonomik entegrasyon” değil, “ekonomik bağımlılık” yaratmaktadır.
Batı ülkeleri (özellikle ABD ve Avrupa) Çin’i
“soykırım” ve “zorla çalıştırma” ile suçlamaktadır. Uygulanan politikaların
analizi yapıldığında, doğru bir yargı olduğu görülmektedir.
İslam ülkeleri ise genellikle ekonomik ilişkiler
nedeniyle sessiz diplomasi izlemektedir. Esas itibarı ile İslam
ülkelerinin uluslararası etkisinin son derece zayıf olması, siyasal bütünlük
kuramayan islam ülkeleri, daha çok batı egemenliğinin desteği ile
politikalarını belirledikleri de hakikattir.
Türkiye, kültürel yakınlık nedeniyle zaman zaman tepki
verse de jeopolitik dengeler nedeniyle sınırlı bir politika yürütmektedir.
Uluslararası sistem, ekonomik çıkarlar nedeniyle insan
hakları söyleminde tutarlı davranmamaktadır. Bu da Uygur sorununun küresel
etik ikilemine dönüşmesine yol açmaktadır.
Bu meseleye
çözüm olacak hususlar nelerdir?
Tek tek ele
almakta yarar vardır. Zira problemin çözülmesi, çözüm yollarının da
bilinebilmesi ile olabilir.
Kültürel
hakların; Uygur dilinin ve dini özgürlüğünün anayasal güvenceye alması, kimlik
temelli çatışmaların azaltılması,
Mahalli
yönetimde, gerçek anlamda, özerklik; mahalli meclislerin karar yetkisinin
arttırılması, siyasal temsil ve katılımın sağlanması,
Ekonomik
olarak, bölgesel kalkınma projelerinde, Uygur halkının öncelikli istihdamı,
sosyal adalet ve eşitliğin sağlanması,
Uluslararası
denetimde, BM veya bağımsız gözlemcilerin kamplara erişimi, insan haklarının
azalması,
Kültürel
olarak, Türk-İslam dünyası ve Çin arasında kültürel diyalog kanallarının
güçlendirilmesi, güven arttırıcı ortam ve algı yumuşaması.
Çinin dünya
siyasetinde etkili bir konumda olması, küresel güç olarak kabul görmesi,
keyfiyetin insan haklarından öncelikli bir hal aldığı uygulamaları, Uygur
Türklerine uygulanan politikalardan anlaşılmaktadır. Doğu Türkistan meselesine
bu açıdan bakmakta yarar vardır.
Doğu Türkistan sorunu, yalnızca bir etnik kimlik
meselesi değil, aynı zamanda uluslararası hukuk, enerji güvenliği ve
insan hakları dengesiyle bağlantılı çok boyutlu bir krizdir. Kalıcı çözüm,
güvenlik odaklı değil; insan onurunu, kültürel çeşitliliği ve karşılıklı
güveni esas alan politikalarla mümkündür.
Nesim Yalvarıcı
YORUMLAR