Doğu Türkistan (Çin’in “Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi”), Çin Halk Cumhuriyeti’nin batısında yer alan, Türk-İslam kimliği ve zengin enerj...
Doğu
Türkistan (Çin’in “Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi”), Çin Halk Cumhuriyeti’nin
batısında yer alan, Türk-İslam kimliği ve zengin enerji kaynaklarıyla
dikkat çeken stratejik bir bölgedir.
1949’dan itibaren Çin yönetimi altına giren bölge, günümüzde kimlik,
güvenlik ve ekonomi temelli çok boyutlu bir sorunun merkezindedir.
Jeopolitik
ve enerji boyutu ile ele alındığında; Bölge, Çin’in petrol, doğalgaz ve
kömür rezervlerinin %20’sine sahiptir.
Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) için ana kara koridorudur. Çin için
stratejik öncelik: “Enerji güvenliği + Batı sınır istikrarı”. Ne var ki,
aşırı güvenlikçi yaklaşım, uluslararası yaptırım ve imaj kaybı riski
yaratmaktadır.
Kültürel asimilasyonun yarattığı durum, giderek
gerginleşen ve radikalleşen bir yapıyı ortaya çıkarmaktadır. Uygur Türkleri
kendi ülkelerinde “”öz değerlerini” koruyarak, geliştirerek yaşama arzusunu her
vesile ile gündeme getirmektedirler. Bu durumun yarattığı gerekçelere
bakıldığında, giderek sertleşen Çin politikalarına karşı, Uygurların dış
desteğe ulaşmalarına imkân vermektedir. Çünkü Uygurlar, Türk dili konuşan,
Müslüman bir topluluktur. Han Çinlilerinin bölgeye yerleştirilmesiyle demografik
dönüşüm yaşanmıştır. Dini ve kültürel yasaklar kimlik direncini
güçlendirmektedir Baskı politikaları, uzun vadede radikalleşme ve dış
destekli tepkilere zemin hazırlamaktadır.
Çin, sorunu “aşırılıkla mücadele” çerçevesinde
ele almakta; kamplar ve dijital gözetim sistemleriyle denetim kurmaktadır. Bu
politika, uluslararası alanda insan hakları eleştirilerini artırmıştır.
“İç güvenlik” kazancı, “uluslararası meşruiyet” kaybına dönüşmektedir. Bu da,
Çin için risk demektir.
ABD, İngiltere ve AB ülkeleri Çin’i soykırım
ile suçlamakta; ekonomik yaptırımlar uygulamaktadır. İslam ülkeleri, ekonomik
bağımlılıklar nedeniyle sessiz diplomasi tercih etmektedir. Türkiye,
kültürel yakınlığa rağmen denge politikası izlemektedir. Politik
desteğin her gün biraz daha arttığını, farkındalığın oluştuğunu görebilmekteyiz.
Bu meyanda, Uluslararası tepki asimetrisi, Uygur meselesini etik–ekonomik
ikilem haline getirmiştir.
Stratejik
sonuçlar ve olası gelişmelere baktığımızda, meseleyi şu şekilde değerlendirme
Yapabilmekteyiz;
Öncelikle politik önermelere bakmalıyız. Çin, güvenlikçi- mevcut durum (statüko)
politikalarını sürdürerek kısa vadede istikrar, uzun vadede kimlik direnci ve
uluslararası baskı artışını yaratacaktır.
Çin sınırlı
kültür ve ekonomik özgürlükler tanır, tansiyon azalması, bölgesel entegrasyonun
güçlenmesini hedeflemektedir.
Uluslararası
baskı suretiyle insan hakları yaptırımları artar, diplomatik baskı yoğunlaşır,
Çin-İslam ülkeleri ilişkileri kırılma riski taşıyabilir.
Politik
önermeler; kültürel haklar kapsamında, Dini özgürlük ve dil kullanımı
serbestisi ile sosyal güven ve kimlik uyumu sağlanabilir,
Ekonomik
katılım yoluyla, yerel istihdamda Uygurlara öncelik verilerek, gelir adaleti ve
devlete bağlılık sağlanabilir.
Dış
politikada, Çin-İslam dünyası arasında diyalog kanalları açılarak, güven
arttırıcı diplomasi uygulanabilir.
Uluslararası
denetim yoluyla da, BM gözetim mekanizması kurulması, şeffaflık uygulaması ile
itibar kazanılabilir.
Çinin
merhametine terk edilen doğu Türkistan meselesi, yaklaşık yetmiş yıldır zulüm
ve baskı ile yürütülmesine son verebilmek konusu, insanlığın ortak meselesi
halini almalıdır. Yoksa doğudan Sibirya steplerine de göz diken bir Çin, -50
derecede yaşam oluşturulabileceği bir iklim üzerinde çalışıyor olması, artan
nüfusu için yaşam alanı kendisi içinde egemenlik alanı peşindedir. Buna dünya
ne kadar daha seyirci kalacaktır?
Bu sorunun
asıl yüzüdür.
Doğu
Türkistan meselesi, Çin’in iç istikrarı ile küresel imajı arasında
giderek büyüyen bir denge krizidir.
Kalıcı çözüm, insan haklarını güvenlikle dengeleyen, kültürel çoğulculuğu
tanıyan ve ekonomik katılımı artıran bir modelle mümkündür.
Bu mesele, yalnızca Çin’in değil, Türk-İslam dünyasının ve küresel vicdanın
da sınavıdır.
Nesim
Yalvarıcı
YORUMLAR