11 Eylül ikiz kule saldırısı sonrası gelişen olaylar gösteriyor ki, küresel emperyalistler, elde etmek istedikleri her şeyi, gerekçelend...
11 Eylül ikiz kule
saldırısı sonrası gelişen olaylar gösteriyor ki, küresel emperyalistler, elde
etmek istedikleri her şeyi, gerekçelendirmek suretiyle, müdahalelerine
meşruiyet sağlamaktadırlar. Burumu şantaj olarak kullanmaktadır.
Düşünün bir kere, Usame
Bin Ladin’e Amerika’da ikametine izin veriliyor, devasa şirketler kuruyor. O
şirketler gelirlerine gelir katabiliyor, Ona; El-Kaide ve ona destek veren “Taliban
terör örgütü” kurduruyorsunuz ve dünyanın en “güvenlikli” sayılan ülkesinde,
yine o ülkenin uçakları ve havaalanlarından kaldırıyor ve onun can damarı
mesabesindeki kilit noktaları vurabiliyor.
Bu mümkün mü?
Elbette mümkün. Zira
dünyanın gözü önünde film seyreder gibi Dünya’ya seyrettirdiler.
Müthiş bir algı oluşturuldu.
FBI, CİA, Federaller önceden planlanan suç ve suçluları ilan ettiler. Ve ABD bu
sayede, Asya’yı kana buladı. İstediğini alabildi mi?
Elbette aldı. Dünyanın en
kaliteli ve kıymetli madenlerini Afganistan’dan konteynerlerle ABD’ye taşıdı,
bir milyondan fazla Irak’ta insan öldürdü. Irak, Suriye ve Arap yarım adasında
tam kontrolü sağladı. Büyük İsrail’in hedeflerine uygun stratejileri hayata
geçirdi. Hali hazırda bu stratejinin gereğini ince ince planlamaktadırlar.
Büyük Ortadoğu planı
kapsamında, Irak’ın lideri Saddam Hüseyin, Libya Lideri Kaddafi, Suriye’nin
sabık lideri Esat ve iktidarları dağıtıldı. Ülkeleri bölündü. Ekonomileri allak
bullak olurken, ABD Tanker gemilerle, üç yüz milyon insanın yüz senelik
ihtiyacı olan petrol ülkesine transfer etti.
Büyük ekseriyeti, Kürtler
adına, gayrı Müslim olan bir militan gurubu eğiterek, sınırlarımızın güneyinde
konuşlandırdı. Sınırlarımızı güvenlikli olmaktan çıkarılmak üzere kendi
elimizle mayınlardan temizletti. Sızmak suretiyle içeriye giren militanları
gerektiği gibi etkisiz hale getiremedik. Gece köylerimize girip, eşinin yanında
kocasının haysiyetini kıran davranışlar sergilediler. Direnen köylüleri, çoluk
çocuk yok ettiler. Güvenliklerini sağlayamadığımız köyleri göçe zorladılar.
Göçmeyenlerin köyleri, tedbiren yakıldı.
Elbette göç olayında
karşı önermenin de etkisini düşünmeliyiz. Yani eğer köyünüzden çıkarsanız
bulduğumuz yerde yok ederiz tehditleri ile karşılaşan köylüler, iki ara bir
derede kaldılar. Ve köy boşaltmalar siyasete malzeme edilerek, bölücülüğün
varlıklarını bu zemine oturtmaya çalıştılar. Mecliste ki temsilcileri bu durumu
ajite etmek suretiyle, saf insanımızın temiz duygularını iğfal etmeye
çalıştılar. Ne yazık ki hala bu minval üzere devam etmektedirler.
Askerimizin başına çuval
geçirildi. Güvenlik ve istihbarat birimlerimiz,
devletin kozmik odasından elde ettikleri bilgilerle deşifre edilerek,
öldürüldükten sonra yakıldılar.
Muhribimiz içinde,
koordinatları belirlenerek hedefe atılan füzelerle komutanlarımız şehit edildi.
İstihbaratçı- papaz terör organizasyonu yaparken yakalanmasına rağmen, yargılanmadan
elini kolunu sallaya sallaya ülkesine gönderildi.
Marmara yolcu gemisiyle
Filistin ve Gazze’ye erzak ve gıda götüren gemimizi uluslararası sularda
silahlı saldırıda bulunarak dokuz vatandaşımızı şehit ettiler.
Ege adalarını elimizden
göz göre göre alıp Yunanistan’a verildi. Şimdilerde açık açık topraklarımız
üzerindeki emellerini ifade ederlerken,
ölmüş insanların tepkisizliğini sergiliyoruz.
Bu arada, birlikte yol
yürüdükleri insanlarla bu ülkeyi birlikte parsellemekte övünenler, 15 Temmuz
gibi bir tiyatronun, milletin meclisinde araştırılmasına engel olmak suretiyle,
milletten gizlemeye çalıştılar.
Bütün bu duyarsızlık ve
umarsızlık nedendir? Bunu öğrenmek hakkımız değil midir?
Medyada ve sanal ortamda
dolaşımda olan; Banu Avar’ın ifadesine göre, bu zilleti yaşamamızın temel
sebebi, hizmet olsun diye, uluslararası firmalara ihale ettikleri sekiz buçuk
milyar dolarlık (8.5 Milyar ABD Doları) ihaleden iki milyar (2 Milyar ABD
Doları)dolar rüşvet alınmasıdır. Paralar; Katar, Endonezya ve Malezya
bankalarından kime verildiğine dair tek tek belirtilerek, dosya halinde
yetkililere verildiği şeklindedir.
Uluslararası bütün
gelişmelerde, bu dosyanın ifşası, “zülf-i yâre dokunduğundan” ABD “şantaj”
unsuru olarak ileri sürmekte ve istediğini elde etmektedir.
Rahip Bronsonu gördük,
Sayın Cumhurbaşkanı; “can bu tende oldukça bunu kimse alamaz.” Dediğinden yirmi
dört saat sonra uçağa bindirilip gönderilmesi ne kadar onur kırıcı… Tabi
meseleleri onur ölçeğinde düşünüyor isek…
Hatırlayınız, bölücü terör
örgütü, Ayn-el Arabı yani Kobani’yi boşalttığında, onları yarı yoldan çevirerek
geri döndürdüler. Meşhur “lahmacun-ayran” ikramının yapıldığı merasim. Ayn-el Arap
ya da Kobani bölücüler için stratejik ve manevi değeri olan bir yerdir. Orayı
temizlemeden herhangi bir başarıdan bahsetmemiz mümkün değildir. Zira
Ezidilerin merkezidir. Laleş vadisinde, kırmızı suyun olduğu kutsal mekânın
bulunduğu yerdir. Aynı zamanda, bölücülüğün felsefesi ve diyalektiği orada
yazılır.
İkinci bir şantaj
meselesi de, Ekrem imam oğlunun gurubunun bulunduğu CHP içinde söylenmektedir.
Eğer Cumhurbaşkanı olacak isen, doğu ve güneydoğuda sevr’in yürürlüğe girmesi
için taahhütte bulunmalısın. Yoksa dosyalarını karşı tarafın eline veririz.
Denildi.
Önce işi ciddiye almayan
CHP yönetimi, Belediyelere kayyum atanması, başkanların içeri atılması,
başkanların transferi söz konusu oldu. “Pabucun pahalıya mal olduğunu” görünce,
bölücülere ve PKK’lılara sempati ile yaklaşmaya başladı. Fakat “ok yaydan
çıktığı için” şu anda mücadeleleri,
vaziyeti kurtarmaya dönüktür.
AKP’nin anayasa
meselesindeki telaşı, CHP’nin ise durumu fark etmesi ile suç dosyalarının
devreden çıkarılabilmesi için mücadele ettiklerini gözlüyoruz. Önümüzdeki
günlerde, her iki partide, Şantaj yapanlara hesap vermek ve taahhütlerde bulunmak
üzere çalışmalar yapmaktadırlar. Kim daha çok taviz verirse, iktidarı da,
Cumhurbaşkanlığını da o kazanacak düşüncesindedirler.
Anlayacağımız şudur; masumiyetimizi, ırz ve
namusumuzu, devletimizi ve bütün haremimizi teslim ettiğimiz siyasiler,
hırsızlık gerekçesiyle, “şantaj” görerek, haklarında gizli ellerin tuttuğu
dosyaların ifşa edilmemesi endişesiyle, emperyalistlere fırsat tanımaktadırlar.
Bu meyanda onların isteklerine boyun eğmektedirler.
Muhtemelen, belediye
başkanlarının transferlerinde de bu şekilde “şantaj” durumu vardır. Zira çürümüşlük
o kadar devletin bünyesine sinmişti ki, nereyi tutarsanız elinizde kalmaktadır.
Hangi kuruma bakarsanız bakın, fark edilebilir bir boyuta ulaşan yolsuzluklar,
beraberinde “şantaj” olgusunu getirmektedir.
Benim en çok merak
ettiğim husus; Sayın Devlet Bahçelinin, kayıtsız-şartsız AKP’ye biat etmesinde
etkili olan hangi dosyanın “şantaj” olarak kullanılıyor olmasıdır.
Ahlakın tefessüh ettiği,
şantajın siyasette özne haline geldiği, emperyalizmin gölgesi üstümüze her gün
daha fazla hissedildiği günümüzde, kime nasıl güvenip mücadele edeceğiz?
NESİM YALVARICI
YORUMLAR