Terör örgütü ile müzakere eden AKP hükümeti, “terörsüz Türkiye” sloganı ile durumu sempatik hale getirmeye çalışmaktadır. Durumu, bütün ...
Terör örgütü ile müzakere
eden AKP hükümeti, “terörsüz Türkiye” sloganı ile durumu sempatik hale
getirmeye çalışmaktadır. Durumu, bütün yönleriyle ele aldığımızda, Türk milleti
oyalanmakta, Türk milleti aldatılmaktadır. Zira “terörsüz Türkiye”
stratejisinin taraflarından biri, AKP, diğer tarafı, PKK ve müttefikleridir.
PKK’nın müttefiklerini
de, iki cephede ele alınması gerekir. İçteki müttefikler, dışarıdaki
müttefikler… Ki, bunlar, batı dünyasında, doğu roma imparatorluğu sevdasını
siyasetlerinin temeli sayan, İngiltere, Fransa, Almanya ve diğerleri. Ermeniler,
Ezidiler, Yahudiler, Nesturîler, Keldaniler ve gizli ortakları İran…
İçeridekiler; CHP, terörden beslenen, silah kaçakçıları, uyuşturucu Baronları,
eski tüfek bilumum Marksistler…
AKP’nin müttefikleri ise işin
mimarı Devlet Bahçeli ve AKP içinde bölücü terör örgütü ile bir çeşit irtibatlı
AKP’lilerdir.
Müttefikler noktasından
meseleye bakılırsa, bu kadar karmaşık ittifaktan olumlu bir netice çıkmayacağı aşikârdır.
Ne var ki, küresel
sermaye 3. Dünya savaşını başlatacağı bir süreci planlamış görünüyor. Küresel
tehdit unsurları, her iki tarafa da gerekli talimatı vermiş ise, aradaki bütün
ihtilafları dondurarak bir kenara bırakabilirler. Çünkü bütün ülkeler “savaş
ekonomisi” uygulamaktadırlar.
Asıl mesele, ülkemizde
yürürlüğe sokulan “terörsüz Türkiye” nasıl bir seyir içindedir? Tarafların
içinde bulunduğu şartlar nedir? Kim kimden nasıl bir taviz beklemektedir?
Bunların ortay konulması gerekmektedir.
Öncelikle, Avrupa’dan ve Amerika’dan
lojistik desteğini yitirmiş PKK, İsrail’e bağımlı kalmış, İsrail’in, Gazze de
işlediği soykırım sebebiyle, dünya kamuoyu önünde daha fazla zor durumda
kalmamak için PKK’ya tedbirli yaklaşmaktadır. İran’ın ABD ile giriştiği
sürtüşme, Suriye’deki askeri varlığını kaybetmesi, ABD de TRUMP’un kazanması,
bölgeye karşı, ilgisiz kalacağını, asker çekeceğini beyan etmesi, Tayvan’dan
işletmelerini geri çekmesi, savaşın Pasifikte olabileceği yönünde işaretler
vardır. Ancak, Yemen’de yapılan operasyonlar, Aden körfezini kontrol altına
almaya dönük bir hamle olarak düşünüldüğünde savaşın orta doğu ve Asya
üzerinden İran’a dönük olabileceği ihtimali vardır.
Bütün bu gelişmeler,
PKK’nın lojistik destek sıkıntısı yaşıyor olmasına sebep olmuştur. Bu meyanda
Silahlı kuvvetlerin caydırıcı gücünü hissettirmesi, bölücü PKK hareketinde
çözülmelerin başlamasını sağlamıştır.
Her taraftan baskı altında kalan PKK için AKP hükümetinin “müzakere”
hamlesi, “can simidi” gibi olmuştur.
PKK’nın ve desteklediği
siyasi parti olan DEM Parti yönetiminde, söz hakkına sahip Kürt kimliklilerin
olmayışı, gelişmelerin sabote edilmesine dönük çabaları özellikle medyada
gözlenmektedir. Devletin sürece dair kamuoyuna bilgi vermeyişi, dikkatten
kaçmamaktadır.
Suriye’deki gelişmelere
bakıldığında, Aynelarap (Kobani)’den çekilmeyişleri, Fırat’ın kuzeyinde Suriye
hükümeti ile varılan anlaşmalara uymamaları, “ayak sürttüklerinin” işi yokuşa
sürdüklerini göstermektedir.
Özellikle kuzey Iraktaki
peşmergelerin başı Neçirvan Barzani’nin, Ezidilerin kutsal gününde, Ezidileri
yeniden parlak günlerine geri dönmeleri ile ilgili beyanat vermesi, Barzani
bölgesel gücü tarafından desteklenmesi anlamına gelmektedir.
İçeride ise, özellikle
hiçbir dönemde ifade edilmeyen mesajlar ve bölücü Kürt hareketinin diyalektiği
ve estetiğini esas alan propagandanın müdahale görmeden özgürce yapılıyor
olması çok manidardır. Bebek katilinin, affedilmesi, tutuklu bulunanların
serbest bırakılarak, kamuda işe yerleştirilmeleri ve devletin desteğinin
verileceği hususunun dillendirilmesi, gizli bir anlaşma esaslarının izhar
ediliyor olması olarak anlaşılmaktadır.
“umut hakkı” olarak ifade
edilen hususun yeterli görülmeyip, “bebek katilinin” mecliste siyaset
yapabileceği düşüncelerin ileri sürülmesi ise çok vahim bir durumdur.
PKK’nın çok zor durumda
iken ona nefes aldırabilecek ve devlet geleneğimizde, teröristlerle müzakere
esasını normalleştiren AKP’nin “Terörsüz Türkiye” stratejisi, beklenilen
neticeyi vermeyecektir. Çünkü gerek İsrail, Gerekse, Ermenilerin göz diktiği ve
stratejik hedeflerinde, Büyük Ermenistan Ve Arzı mevut idealinin ikinci
basamağını oluşturan coğrafyada, vekâlet savaşı yürüten PKK’nın kendisini
feshetmesini istemeyeceklerdir.
İran, kendi içinde milli
bilinçlenme içine girmiş Türk unsurlarını Kürtlerle Kuzey batı toprakları
içinde dengelemeye çalışırken, PKK ve PEJAK arasındaki bağı kullanmaktan vaz
geçmeyecektir. PKK’ya En büyük lojistik desteği veren İran, PKK içinde etkili
yöneticiler vasıtası ile engelleyeceği düşünülmesi mümkün olan bir durumdur.
Asala ile başaramadığı
bölgedeki etki alanını, PKK ile sürdüren Ermeniler, bölgede açık bir şekilde
Ermenilerin hedef ve stratejilerinden bahsedebilecek bir fırsatın kaybolmasını
isterler mi? Zira Ermeniler, PKK ve DEM içinde görülebilir bir etkiye
sahiptirler.
Dahası, yüz sene evvel, “sevr”
ile erişemedikleri hedeflerine yaklaştıklarını düşünen batı, emperyalistleri,
bu durumda PKK ile ilgili tasarrufu ne olacaktır?
Doğu ve güneydoğuda,
siyasi yönden “alan hâkimiyetini” elinde bulundurulan DEM parti, PKK’nın
tehditleri olmadan hangi vaatlerle siyaset yapabilecek ki? Bölge halkının
ihtiyaçlarına dönük her hangi bir önermesinin olduğu yönünde bu güne kadar
kabul gören bir plan ve politikalarının olmadığı kamuoyu tarafından da
bilinmektedir.
Son günlerde yaşanmakta
olan barış iklimi, kara bulutlarla kaplı bir gökyüzünde, Türk milletinin olan
bitenden haberdar olmadığı bir şekilde yürütülmektedir. Siyasette yaşanan barış
rüzgârları, demokratik bir platformda, etnisiteye dayalı siyasi iddiası olan
PKK/DEM tarafından kabul görmeyecektir.
Çünkü PKK’nın Karar vericileri, Kürtlerin geleceğinden çok küresel terör
devletlerinin menfaatlerini esas alan bir yapının temsilcileridir.
AKP; küresel güçlerin
misyonu olan BOP (Büyük Orta doğu projesinin) tamamlanmasına kadar iktidarda
kalmak suretiyle, görevini ifa etmeyi düşünmektedir. Son hamle olarak, Ulus
devletin yıkılıp yerine yeni bir anayasa ile küresel güçlerin stratejilerine
uygun “sevr’in” yeniden sürüme girmesini sağlayacağı bir siyaset yürütmektedir.
Önümüzdeki günler,
dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmelerle beraber, “terörsüz Türkiye”
siyasetindeki fiyaskonun Türk milletine neye mal olabileceğini görebileceğiz.
Ancak her şeye rağmen, bilinmelidir ki, Türkiye ve Türk milleti, devletine kast
eden kim olursa olsun gereken cevabı verebilecek irade ve kabiliyettedir. Nesim
Yalvarıcı
YORUMLAR