1912 de, “Wilson prensipleri” olarak ele alınıp yürürlüğe sokulmak istenen strateji, Mustafa Kemal Atatürk’ün dehası ile yüz yıl ertelen...
1912 de, “Wilson
prensipleri” olarak ele alınıp yürürlüğe sokulmak istenen strateji, Mustafa
Kemal Atatürk’ün dehası ile yüz yıl ertelenmiştir. Ancak, yüz yıl sonra,
noktasına virgülüne dokunmadan devreye sokulmuştur. Ne var ki, Wilson
kararlığında küresel emperyalizmi temsil eden ABD ve onun yöneticisi mevcut
olmasına rağmen, Mustafa kemal cesaretinde ve kararlılığında liderlerimiz
mevcut değildir.
Terör örgütünden ve onun
“katil” sözde liderinden medet uman bir konumu, başarılı bir strateji
göstermek, “besleme basın” ın her vesile ile gündemde tutması, toplumun
uyuşturulmasını sağlamaktadır.
Devlet gücü ile
çökertilen basın, millete doğru bilgi vermek yerine, yanlış ve kirli bilgilerle
hakikati tersyüz etmektedirler.
Hangi medya kurumuna
bakarsanız bakın, Türk milleti ve Türk milliyetçiliği ile problemi olanların
konuşturulup, sahada olmayan gerçekliği, varmış gibi göstermek sureti ile
milleti uyuşturmaktadırlar.
Silah bırakılmasından
bahsedilirken, dron ile Mehmetçiğin saldırıya uğraması, doğru okunup
değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Yani, bu sürecin kabul görmesi ile
saldırıda bulunan faillerin bir muhatabı olmadığı için, güvenlik birimleri ve
devlet, şok geçirmiş olmasına rağmen, akıl tutulması ile olaya iyimserlikle
geçiştirmektedirler. Oysa bundan sonra, kendini feshetmiş bir örgütün varlığı söz
konusu olduğu için, müdahalelerde nasıl bir karşı tavır gösterecekleri, ABD’nin
desteğini almış bölgesel Kürt unsurlara nasıl yansıyacağı muhaldir. Yani devlet
çaresizlik içindedir.
PKK’nın silah bırakması,
sembolik bir seremoni ile gerçekleşebilir. Bu seremoni, bir komedi -tiyatro
olmanın ötesinde olmayacaktır. Hepimiz göreceğiz. Ben hem bölgenin
sosyolojisini, hem de, bölgenin insanı olmak sebebiyle, PKK’nın terör
uygulayarak sindirdiği bölgede, hedeflerine tamamen ulaşmasını görmemek için ya
kör olmak, ya da, hain olmak gerekir. Yani PKK belirlediği strateji, sahada
etkisini göstermiştir. Buna katkı sağlayan en önemli süreç ise, AKP’nin
iktidarı süreci olmuştur.
AKP; “itle oyuna, kurtla
koyuna” giden bir siyaset takip ettiği için konu kirli bilgilenmelerle muğlak
(anlaşılmayan) bir veçheye bürünmüştür.
Bu arada, MHP ve Devlet
bahçelinin aktörler arasında yer alması, Türk siyasetinin Pragmatik bir temelde
yürütüldüğünü göstermektedir. Yani, “ilkesizlik esasını” yürürlüğe koymak
pahasına, bu meselenin tarafı ve teminatı olması, sosyolojik olarak milli
duyarlılığı olanlar tarafından ciddi bir şekilde değerlendirilmelidir.
“Terörsüz Türkiye”
meselesinde, temenni olmanın ötesine geçemeyeceğini, kuvvetle iddia ediyorum. Çünkü
PKK, küresel emperyalistlerin, karakol devleti olan İsrail’in adına bölgede
varlık göstermektedir. Gerçekte Kürtlerle alakalı bir hedefleri de yoktur. Zira
yönetim kademelerinde ve karar vericilerin hiçbir Kürt değildir. Nitekim terör
başladığında, ilk mağdurlar Kürtler olmuştur. Kundaktaki çocuklarına kadar
katledilmiştir. Tıpkı Ermenilerin yaptığı gibi…
Yine son dönemde, PKK ve
DEM ile ilgili beyanatlara bakıldığında da anlayabiliyoruz. MUŞ milletvekili
bölgenin, “arzı mevut” toprağı olduğu, Kürtlerle Türklere ait olmadığı
anlamında, sosyal medyada açıklamaları ve ermeni kökenli milletvekilinin
açıklamaları, meclisin tahrik edilerek gündemde tutması anlamlıdır. Her ne
kadar, hükümet bu konuyu sindirse de, millet yaralanmıştır.
PKK yı destekleyen bir
unsurda, İran’dır. Türkiye, İran ve PKK meselesinde nasıl bir tedbir aldığı
hususunu bilinmemesi, ürkütücü ve kendisinin iddia ettiği, Terörsüz Türkiye projesinde
en büyük engeldir. Bütün unsurların kontrol altına alınmasına rağmen, İran ile
anlaşmanın mümkün olmayacağı ortadadır.
Doğu sınırımızı,
sınırının içinde kalan bölgede, PEJAK güçleri ile tahkim ederek, güney
Azerbaycan’ı boğmak istemesi başka nasıl değerlendirilebilir ki?
Sonuç olarak, AKP ve
Cumhur ittifakı, muhayyel anayasa seçimlerinden istediğini alabilmesi, DEMin
desteğine ihtiyacı olduğu gelinen siyasi iklimden anlaşılmaktadır. “terörsüz
Türkiye” projesi ile verilen bütün tavizler, buna dönüktür.
Türk milliyetçilerini bir
araya getiremeyen veya gelmesini istemeyen MHP, Türk milletinin bütünlüğünü
sağlayamayacağını görmek gerekir. Sadece siyasi ikbalini düşünen bir ekiple,
AKP’ye payanda olmaktan öteye bir hedefleri de mevcut değildir. En azından öyle
görünmektedir.
Rusya ve İranın PKK ile
bağlarını düşündüğümüzde, PKK silah bırakması, sadece, sınır ötesinden
yapılacak saldırıların hedefi olmaktan kurtulmaya dönük aldatıcı bir stratejisi
olarak değerlendirilir.
MİT müsteşarının
Suriye’de verdiği romantik pozlarla, kamuoyunu etkilemeye çalışmasının
aynısını, Irak’ta sergilendiğini gördük. Hiçbir siyasi neticesi olmayan Suriye
atağının, Irak tada sergileneceği gün gibi aşikâr…
PKK, döküm (envanter)
kayıtlarındaki silahların kimden nasıl tedarik edildiği, ne zaman verildiği,
yoğaltılanların dışında var olanları,
beyan ve sergileyecek midir? İmha veya teslimat ile ilgili kendi
dayatmasında “yakmak” gibi örneği olmayan uygulamada ısrar edecek midir?
Güven verilen bir ortamın
Süleymaniye’de sağlanmasında devletimizin gerekli tedbirleri nelerdir? Bütün bu
meseleler elbette kamuoyunun bilgisine sunulması devlet olma gereğidir.
DEM Parti, bundan sonra “etnik
ve bölgesel” temelli siyaset yaparak,
bölücülüğü teşvik etmesi hususunun önüne geçilebilir mi? Türk insanının
ihtiyaçları üzerinden siyasetini revize edebilir mi? Barış, kendi içinde
tutarlılığının oluşabilmesi karşılıklı fedakârlıkla olabileceği makul değil mi?
Hâsılı bilmemizde yarar
olan bir husus vardır; “eğer düşmanın seni methediyorsa sende bir problem
vardır.”
Farklı partilerdeki PKK
eğimli (tandanslı) siyasetçilerin bu sürecin aktörlerinden Devlet bahçeli yere
göğe sığdırmamaları, endişe ile karşılanmalıdır.
Bu sebeple sürecin bütün
boyutlarını, mahrem konular dâhil, kamuoyu ile paylaşılmalı ve mutabakat esas
alınmalıdır. Yoksa “Terörsüz Türkiye” projesi, PKK’ya yeni bir mevzi
kazandıracaktır.
Nesim Yalvarıcı
YORUMLAR