1 Ekim 2024 tarihinde, Devlet Bahçelinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde, DEM’lilerin elini sıktı. Adına “terörsüz Türkiye” hedefi dedik...
1 Ekim 2024 tarihinde,
Devlet Bahçelinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde, DEM’lilerin elini sıktı. Adına
“terörsüz Türkiye” hedefi dedikleri, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ında
desteklediği süreç, terörün tarafları olan DEM ve İmralı da yatan terörist başı,
PKK terör örgütünün eylem ve varlık sebebinin ortadan kalktığı, bunun için
silah bırakmak ve kendisini feshetmek üzere, kongre toplanarak karara
bağlanmasını bir mektupla beyan etti.
Bu durumun yarattığı
atmosfer, kimi çevrelerde olumlu değerlendirilse de, PKK ve türevi terör
örgütleri nezdinde pek kabul görmedi. Zira Terörist başının çocukken yakalayıp
şekillendirdiği ve bu gün Suriye’de, adına Suriye Demokratik Güçleri denilen
örgütün başkanı, SDG’nin lideri
Mazlum Abdi, “verilen bu kararın bizi bağlamayacağını, PKK’yı
bağlayacağını” ifade etmesi, ilk çatlak ses oldu. Adı geçen terör örgütü; Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Suriye’nin kuzeydoğu bölgesinde faaliyet gösteren ve
Kürt, Arap, Süryani, keldani, nesturi, Ermeni gibi çeşitli etnik gruplardan
oluşan bir silahlı örgüttür.
Dağ kadrosundan,
Karayılan; “silah bırakmak, öyle hemen olabilecek şey değildir. Önce Terörist
başının(Abdullah Öcalan) özgür bırakılması gerekir. On binlerce kişiye silah
bırakın demek öyle kolay değildir. Zira
hepsi inançla bu işi yapmaktadırlar. Bilahare geri adım atan ifadelerle durumu
tashih etmeye çalışsa da, temelde kongrenin vereceği bir karar olarak
düşüncesini ifade etti. Hatta “hâlihazırda silahlı bir şekilde Türk ordusu ile
fiili mücadele eden teröristlere nasıl silah bırak diyebiliriz ki!” Demiştir.
Özellikle doğu ve
güneydoğuda, terörden etkilenen ve “terör yorgunu” durumunda olan ahali, oluşan
yumuşama sürecini sevinçle karşılamıştır. Umudunu terörün yarattığı “korku ikliminin”
bitmesine bağlamış bir görüntü içindedirler. Çünkü yaylaya gidememektedir,
tarlasını, bağını bahçesini ekip biçememektedir. Çoluk çocuğunu dağa kaçırırlar
endişesiyle, çocuklarını herhangi bir işe ve ya serbestçe gezme imkânlarından
mahrum büyütüyorlar.
Hükümet; şartsız olarak
silahlarını bırakmaları, lider kadroların üçüncü ülkelere gitmeleri, suç
işlememiş olanların teslim olup sorgulanmaları ve suçluların hukukta karşılığı
olan suçlarının cezasını çekmelerini istemektedir.
Bu sürecin ortaya çıkardığı
bir husus ta, terör örgütü mensupları, kendi arasında bölünme yaşamış olmasının
anlaşılmasıdır.
Aynı zamanda, terör
örgütü ve bölücülük faaliyetleri, medyada kontrolsüz bir şekilde
sürdürülmektedir.
“birleşik Kürdistan
fikri” tema olarak işlenmektedir. Irak, Suriye, İran ve Türkiye’de yaşayan
Kürtlerin bir devlet olmasından bahsedilmektedir. Bölücülüğü besleyen temel
düşünce dinamikleri ilmi referanslar kullanılarak, açıktan ifade edilmeyen
etnik temelli mesajlar, yaygın bir biçimde paylaşılabilmektedir. Bu durum,
terör odaklarının medya ve siber ortamda terörün sürdürülmesine imkân
tanımaktadır.
Hükümet ve Türk kamuoyu
bütünüyle iyimserliğini korumaktadır. Silahlı kuvvetlerin tavrındaki
kararlılık, milletin içini ferahlatsa da, “çukur hadiseleri” gibi bir durum yaşanabileceği endişesini de
taşıyanlar mevcuttur.
DEM Parti başkanı olan zat, doğu ve
güneydoğuda yaşayıp, DEM’i desteklenmeyenleri ihanetle suçlaması, bölücülüğü
desteklemeyen vatandaşların hedef olarak gösterildiği ve önümüzdeki günlerde baskı
altına alınma ile karşı karşıya olacakları anlamı taşımaktadır. Bu durum,
beraberinde yeni bir kaosun fitilinin yakılması anlamına gelmektedir.
DEM partisinin, Barzani
ile müzakere ederek işleri yürütmesi ise ayrı değerlendirilmesi ve üzerinde
duyarlılıkla durulmasını gerektirmektedir. Barzani ailesinin, aslen Yahudi
kökenli olduğu ve görevi büyük Yahudi devletinin kurulacağı hayalini
destekleyen öncü birlik (PİYONER)olduğu bilinmektedir. DEM Parti, kendi
ülkesinin iç meselesini, ülke dışı güçlerle müzakere eden bir siyasi partinin
hukuken varlığı sonlandırılması gerektiği düşüncesi kamuoyunda konuşulurken,
devletin yetkili kurumlarının sessiz kalmaları düşündürücüdür.
Türkiye Cumhuriyeti
devleti, bütün bu gelişmeleri izlerken, neden kamuoyunu bilgilendirmiyor? PKK’nın
gölgesinde varlığını sürdüren DEM’in bölge halkını sindirmesini mi düşünüyor?
Ya da, devlet; bölücü unsurların suç işlemesine göz yumarak, müdahale için
meşru zemin mi oluşturuyor?
dünyayı gölgeleyen büyük
savaşların bölgemizdeki etkisini aza indirebilmek için iç bütünlüğün
sağlamasına dönük bir strateji mi uyguluyor? Olanları kamuoyu öngöremiyor.
Ancak teslimiyete varan bir psikolojik ortamın oluştuğunu görebiliyoruz.
Hükümetin uyguladığı
politika, DEM-PKK ve türevlerini cesaretlendirmiş, en mahrem düşüncelerini
açıkça dillendirebilme cesareti sergilemekte oldukları aşikârdır.
Tahammül sınırlarını
zorlayan bu duruma kim ne zaman müdahil olacağını da göremiyoruz.
Bu durum, PKK ve
türevlerinin silah bırakmak niyetinde olmadığını, daha ileri bir hamleyi
düşündüklerini öngörmek çokta zeki olmayı gerektirmiyor. Biraz aklı olanın
görebileceği bir durumdur.
Terörü, silahsız
sürdürdükleri ve yarattıkları “korku iklimi” içinde sürdürmeyi temel politika
haline getiren DEM-PKK efendilerinin direktiflerine göre hareket edecekleri
aşikârdır.
Bilinmesi gereken bir
doğru var, o da yaşamakta olduğumuz terör, güney sınırımızda kurulan “terörist
anda” tasarlanıyor. Ancak terörün bitmesi, efendileri olan “küresel çete”
tarafından verilebilir. Ya Türkiye üzerindeki emellerine ulaşacaklardır, ya da
terörü sonuna kadar devam ettireceklerdir. Bizi yönetenlerinde, buna göre
mücadele mi? yoksa müzakere mi? edeceklerine karar vermeleri gerekmektedir.
Nesim Yalvarıcı
YORUMLAR