Siyasi tarihimizde istismar, önemli bir delil (argüman) ve her zaman kabul görüp, nem’alanılan bir olgudur. Utanç duyulan bir husustur. ...
Siyasi tarihimizde
istismar, önemli bir delil (argüman) ve her zaman kabul görüp, nem’alanılan bir
olgudur. Utanç duyulan bir husustur.
İstismarcılar; Oportünist,
Makyavellist, münafıkça sergilenen, genel ahlaka ve insan onuruna zarar veren
bir sürecin uygulayıcılarıdırlar. Dürüstlüğün, mertliğin ve samimiyetlerini
ihlasla sürdüren insanların masumiyetini izale eden ahlaki suikast çilerdir.
Siyasi ve ticari
hayatımızı irdelediğimizde, bu “şahsiyet fukaralarını” görmek pekâlâ mümkündür.
Dünde varlar idi, bu günde vardırlar, yarında var olacakları bir kehaneti
gerektirmez. Zira çok kolay, emeksiz, temelsiz ve zihin yormadan hedeflerine
ulaşmak üzere tercihlerini yapabilenlerdir.
Bu aynı zamanda,
insanlığın da sorunudur. Az gelişmişlik sarmalında olan milletlerinde kara
talihidir. Bu durumun iyi anlaşılması, İbranileri ve İbrani kültürünün
insanlığa sunduğu hastalıklı durumu bilmekte fayda vardır.
İbrani kültürünü bilmeden
dünyanın toplu durumunu yorumlamak zayıf kalır. Çünkü toplumsal çürümenin
mebdei yani başlangıcı İbranilerdir. Yaşadıkları bütün zamanlarda, coğrafyalarda
ve toplumlarda varlıklarını bu esasa göre sürdürürler. Zira insana bakışları, diğer
insanlarda nefret uyandırmaktadırlar. Kendileri dışındaki insanlara “öteki”
gözü ile bakan, kurdukları tezgâhın anlaşılmaması için, kendilerini sinsice
gizleyen, bir yapıdadırlar.
Aynı zamanda, hem
Hristiyan âleminin hem de İslam âleminin dini akidelerini hedef alarak tahrif
ettikten sonra istedikleri bir inanç sistemine adapte etmektedirler. Bu durum
anlaşılınca da toplumları birbirlerine kırdıran bir oyunun tezgâhçılarıdırlar.
Hıristiyan alemi ve itikadını ciddi şekilde etkiledikleri için, onu evanjelist
yapı ile (Hıristiyan-Yahudilik gayrı meşru evliliği gibi düşünülmeli) bir binek
gibi kullanmakta ve insanlığın masumiyetine kast etmektedirler.
Bizi, millet olarak
ilgilendiren boyutu ise, Efendimizin vefatından günümüze kadar, Müslümanca
görünüp Müslümanlığı dezenforme etmeleridir. Emeviler vasıtası ile de, ”İsrailliye
risalelerini” İslam’ın “nasları” immişçesine Müslümanlara sunmuşlardır. Bu gün
Müslümanların yaşadığı coğrafyalardaki vahametin temelinde, “tevhit dini” olan İslam’ın,
kesretin(bölünmüşlüğün) pençesinde inim inim inlemesidir.
Batı medeniyeti, makro
düzeyde; “istismar siyasetini” oryantalist anlayış ile birleştirerek, doğu
dünyasını keşfettikten sonra, doğunun sahip olduğu değerlerle doğu insanını
etkileyip istismar ederek sömürdü…
Bu hastalık, içimizi
kemiren bir mikrop gibi, mikro düzeyde siyasetimizin içinde, asıl niyetlerini gizlemek suretiyle, “siyasal
İslamcılık” ve “Atatürkçülük veya Kemalizm” adı altında sürdürülmektedirler.
Siyasal İslamcıların
istismardaki payları, bu gün sosyal çözülme yaşayan toplumumuzun geldiği nokta,
bütün emareleri ile siyasal İslamcıların marifetleri olarak ortadadır.
İslamiyet ile
milliyetimizi karşı karşıya getirerek, milliyetimizin sosyal realitelerine
rağmen, kurana ve peygambere iftira derecesine tevillerle (yorumlarla) hem
inancımızı hem de milliyet duygumuza kast ettiler. Cumhuriyet tarihimizde çok
partili hayatın her safhası bu çerçeveden ele alındığında, açık bir şekilde
görülecektir. “Levantenlerin” Müslümanlığın temsilcileri gibi gösterilmesi ve bilinmesinde
temel saik budur.
Ya kendisini batının
temsilcileri, batıcılığın misyonerliği gibi gören mason ve sol siyaset
mensupları, farklı mı hareket ettiler! Elbette istismar derecelendirilmesine
gidecek olsak, tahterevalli gibi bir siyasal İslamcılar, bir mason ve solcular
yukarıda görünebilmektedirler.
Biri İslam’ın
“cihanşümul” değerleri ile ahkâm kesiyor, diğeri ise ”evrensel değerler” olarak
kabul gören değerlerle siyasetlerini ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Lakin
işin finalinde, her iki gurup ta, topluma; açlık, sefalet, eşitsizlik, hukuk
ihlalleri ile sosyal çözülme gibi sonucu iç savaşlara varan bir uygulamayı
getirmişlerdir.
Eğer istismar edilen
İslam, İslam’ın temel hukukuna uygun hareket edecek olsalar idi, sermaye ve para
sürekli dolaşımda olacak, finansal yapı bloke edilmeyecek ve herkes parası ile
iş yapmak durumunda kalacaktı. Gelinen noktada siyasal İslam’ın son temsilcisi,
paranın bloke edilmesi ve piyasaları daraltarak, insanı insana köle yapan “faiz
sistemini” “asrın realitesi” olarak görmeyecekti… Oysa İslam’ın diğer
sitemlerden ayıran yegâne özellik, değerler sistemi içinde, insanın insan
olması için verilen mücadeledir. Köleliğin modern dünyada tesisi,
firavunlardaki gibi bir işlerlikte olmadığını, bu sistemin faizle vücut
bulduğunu herkes bilmektedir. O halde, ”Musa gibi vaaz edip, Firavun gibi amel
işleyenler” istismarcıların ta kendileridir. Referans olarak gösterdikleri
şahsiyetlerin tümü, zihnen şeytana teslim olmuş kişiler olduğunu biliyoruz.
“Her komünist, önlüklü
bir Siyonist’tir, her Siyonist, önlüksüz bir komünisttir.” Siyon liderlerinin
protokollerinde” kendilerini bu şekilde tanımlayan Siyonistler, Adam Smith,
Keynes, Lenin, Stalin, Marx, Engels, Hegel, Mao ve benzeri şahısları rehber ve
referans kabul eden sol ve masonlar, ülkemizde, kendi varlıklarının meşruiyeti
için kendilerini, “Atatürkçü ve Kemalist” olarak lanse etmektedirler.
Hâlbuki Atatürk bu gün
yaşıyor olsa idi, mevcut haliyle Kendilerini gerçek Atatürkçü ve Kemalist imiş
gibi gösteren ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün
çağdaş ve muasır medeniyetlerin üzerinde bir konuma getirmek için hayatını
vakfettiği Türkiye Cumhuriyeti Devletinin âli menfaatlerini göz ardı edenler… Ve
milli çıkarlarına karşı faaliyet gösteren karanlık mahfillerle irtibatlanıp
gaye birliği içinde görülmektedirler. Zira
Atatürk, mensup olduğu millet ve o milleti millet yapan değerler için esas
mücadelesinin temellendirilmesi için mücadele etti. Nitekim “benim naçiz
vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Lakin Türk milleti ilelebet payidar
kalacaktır.” Demiştir. Kendisinin mensup olduğu milletin önüne çıkarmamıştır.
“her şeyden evvel ben bir Türk milliyetçisiyim” demek sureti ile asıl olan
milleti millet yapan temel dinamiklerin kuvvet bulması olmuştur. İktisat
kongresi, tevhidi tedrisat, sanayileşme, dış siyasetteki onurlu karar ve
duruşları buna dönüktür. Aynı zamanda zaman ötesi öngörüleri ile yüz sene sonra
vuku bulabilecek siyasal olayları öngörebilmiş ve çareleri üzerinde fikir
üretecek ve tarihe kaydedecek kadar ülkücüdür.
İstismar gurupları,
devleti kuran karargâh hükmündeki siyasal yapıyı, yani CHP’yi kendi aralarında
pay ederek, atılan bütün adımları zaman içinde feshederek, Atatürk’ün
kemiklerini sızlatmışlardır. CHP’nin tüzel kişiliği sosyolojik olarak analize
tabi tutulduğunda, hemen herkesin kendisine bir yer bulduğu bir karakterde olması
bile bir tarafa bırakılmıştır. Türküm diyenleri hapse atmışlardır.
Sömürgecilere bağımsız bir devletin iradesini teslim etmişlerdir. Hala devam
eden zihniyet buhranlarını sürdürmektedirler.
Sonuç olarak, Türk
devletinin iradesi, kendilerini siyaseten sağ veya sol olarak tanıtan istismar
guruplarının dönüşümlü olarak milletimizi milletler ailesi içindeki hak
ettikleri mertebeye taşıyamamışlardır. Mustafa kemalin ifadesi ile “muhtaç olduğun
kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” Demek sureti ile Türk milletinin
iradesini yine Türk milletine ve Türk milliyetçiliğine inanan ve canından aziz
bilenlerle olabilecektir. Ancak milliyetçiliğinde istismardan etkilendiği
gerçeğini de görmek gerekmektedir. Nesim Yalvarıcı
YORUMLAR