Bir verip üç alma siyasi fikrinin sahibi, Turgut Özal’dır. Aynı zamanda bir hezimet siyasetinin de adıdır. Hatırlayınız; Halepçe katli...
Bir verip üç alma siyasi fikrinin
sahibi, Turgut Özal’dır. Aynı zamanda bir hezimet siyasetinin de adıdır.
Hatırlayınız; Halepçe
katliamından sonra, Musul-Kerkük karşılığında, İdeolojik ve askeri eğitimden geçmiş
Peşmerge’yi, sınırlarımız içine, aileleri ile birlikte sığınmacı olarak kabul
edileceği önermesi ile karşı karşıya kaldık. Kontrolsüz bir şekilde, istila
edilircesine özellikle doğu ve güneydoğumuza yerleştirildiler.
Dönemin hükümeti,
milliyet ve milliyetçilik duygusundan mahrum, gri mantıkla düşünen “her şey
mubah” anlayışı ile hakikatin örtbas edilmesinin “siyasi deha” olarak kabul
eden, basiretsiz bir kadrodan oluşmakta idi…
15 Ağustos 1984 yılında,
Siirt’in Eruh ilçesinde, bir polis karakoluna saldırılmış, bir jandarma eri
şehit olmuş, altı er üç vatandaş ise yararlanmıştır.
Bu eylem, terörün isteklendirmesini
(motivasyonunu) arttırdığı gibi bölücüler için “işaret fişeği” anlamı taşıdı.
Takip eden olaylara karşı, medya, siyaset, üniversite ve sair devlet kurumları,
meseleyi doğru algılayamadığı veya bilerek yön değiştirildiği yönlendirmelerle,
bölge tamamen PKK tarafından kontrol altına alındı.
Bilahare, iktidara gelen
AKP, “gri mantıkla” hareket etmeyi siyasi ahlakı ile temellendirdi. AKP’nin
başlattığı siyasi imtiyazla, PKK yakınlık duyanlar (sempatizanlarının) doğu ve
güney doğuya egemen oldular. Hatta KCK /PKK şehir yapılanmalarında görev alan
kişiler, AKP kadrolarında siyaset yaptılar.
Bu aklı evvellerin
ürettiği politikalarla, Kobani ve “çukur eylemlerinin” yaşanmasını sağladılar.
Dokuz yüz kilometrelik
sınırımız, mayınlardan temizlenerek açık hedef haline geldi. Sürekli savunmada
kalan ülkemiz, Bölücülerin PKK/PYD ve türevlerinin emperyalist desteklemelerle
taarruz ve tecavüzlere maruz kaldı.
Bölücülerin takip ettiği
yöntemi ne yazıktır ki, cemaatlerde tercih ettiler. Bölücülüğü, faaliyetlerinin
temeline aldılar. Hizbullah, Zehracı Nurcular ile Fetocular bölücülerin
hedefleri ile bütünlük sağlayan eylemler ve düşünceler içine girdiler.
Bu gün sinmiş görünen
terör ve terörist faaliyetler, aslında istedikleri hedefleri siyaseten teker
teker elde etmişlerdir. Kültürel ve siyasi faaliyetlerle, terör ile ürettiği
“korku ikliminim” gölgesinde istediklerini icra etmektedirler. Zira devlet,
yaratılan korku iklimi ve psikoljisini yenememiştir. Bu ise bölücü siyasetin
farklı siyasi partileri işgal etmekle ilk başarılarını, CHP ile elde ettiler.
Mahalli idare
seçimlerinde, CHP, Türkiye’de hiç elde etmediği bir siyasi başarı elde ederek,
mahalli idarelerde büyük bir ekseriyete sahip oldular.
Metropollerde, Bölücülük
siyaseti CHP’nin parti kadrolarına egemen bir pozisyon aldı. Öyle ki; dikkat
çekmek üzere mesaj vermek isteyenler, Diyarbakır’ı ziyaret etmek, Ya da, ceza evindeki mahkûm Selahattin Demirtaş’ı
ziyaretler esnasında vermeyi tercih etmektedirler.
Siyasi yönden saygınlık
kaybeden iktidar partisi, güney sınırlarımızda ve Filistin’de cereyan eden
siyasetlere sığınmaktadır. Bu bağlamda, Suriye’de cereyan eden hadislerle,
kontrolsüz bir şekilde Türkiye sathına dağıttıkları sığınmacıların geriye
dönmelerini başarı saymaktadırlar.
Suriye’de, Beşşar Eset’in
ülkesini terk etmesine vesile olan “Suriye olayları,” ülkemizin müdahalelerini
uluslararası siyasetten gizlese de, iç siyasette ise, AKP, övünerek bu
gelişmelerin merkezini kendi siyasetleri olarak kabul ettirmeye
çalışmaktadırlar. Bu durum, üzerinde durulması gereken bir husustur. Neden mi? Çünkü
Fırat’ın doğusu, hala tehlike olma potansiyolunu korumaktadır. En önemlisi,
“Davut koridoru” dediğimiz coğrafi alanla bütünleşik bir yer olarak stratejik
önemdedir. Tam bir hakimiyet alnına dönüşmeyen Haseki, Rakka ve Deyrizor un
stratejik önemi en az Lazkiye kadar önemlidir. Ve Ayn-el arap (kobani)
alınmadığı sürece yapmış olduğumuz gayretlerin önemi kalmayacaktır.
Türk cumhuriyeti devleti
olarak hedeflediğimiz siyasi neticeyi elde edemez isek, Suriye politikasında,
Türkiye cumhuriyeti devletini, PKK/PYD ile aynı masaya oturtacaklardır. AKP bu
politikaları da barışa giden yol olarak üzerinde bir güzergâh gibi sunarak
bundan da siyaseten istifade edeceklerdir. Zira her olumsuzluğu süsleyerek
milletten kaçıran “bedelleri ödenmiş” medya mensuplarının milleti yanıltmakta
mahir olduklarını biliyoruz. Yani bunu hazmedecek bir karakterde olduklarını
önceki aldıkları siyasi kararlardan anlamak mümkündür.
Sonuç olarak, Suriye,
ABD’nin etkin politikaları neticesinde, bu duruma ulaşmış görünmesi, terörist
olarak ilan ettiği kişiyi, devletin yapılanmasında görev vererek, istediğine
ulaştığı görülmektedir. Aynı zamanda, vekâlet savaşlarında, bütün terör
gurupları ile ortak çalıştığını da görmemiz mümkündür. PYD/PKK terör örgütünün
korunuyor olması bunu işaret etmektedir.
Her şeye rağmen, altmış
senedir Suriye’de işlenen cürüm ve cinayetlerde en büyük pay; Rus desteği ile
politika yapan “Baas rejimi” ise de, ona paralel karşı politikalar ise ABD ve
onun peykindeki batı Hristiyan birliğidir.
Demokratik yapı içinde,
Türk ve Türkmen nüfus yapısı etkin olup olmayacağı henüz kesinlik kazanmamış
olması, Özal’ın dediği gibi, “bir koyup üç alma” siyasetinde uğradığımız
akametin burada da yaşanacağı endişelerimiz vardır.
Toplu durum gösteriyor
ki, alanda en etkili şekilde devrede olan Türkiye cumhuriyeti devleti ve Suriye
Türkmenleri, masada bir oldubitti ile karşı karşıya geleceklerdir.
PKK/PYD ile aynı masaya
oturtulmaları, Türkiye ve Türkmenlerin masadan çekilmelerini
hedeflemektedirler. Akabinde, ya savaşmak, ya da durumu kabullenmeye
zorlanacaklardır. AKP ve sürekli parlattığı dış işleri bakanı ne kadar dirençli
olduğunu görebileceğiz.
Yoksa İran ve Rusya gibi
oyun dışında kalacak mıyız? Yakın bir zaman bunu gösterecektir.
Blöf siyaseti, Rusya ve İran’ın
saygınlığını bitirmiş olduğunu herkes gördü. Eğer etkili bir politika ile
duruma hâkim olunmaz ise aynı durum bizim içinde mukadderdir. 21.asra girerken
ivme kazanmış Türk dünyası ve “Türk devletleri topluluğu” içinde hayal
kırıklığı olacaktır.
Nesim Yalvarıcı
YORUMLAR