KÜRTLERİ FARKLI BİR PERSPEKTİFLE DEĞERLENDİRMEK

   (1) Oryantalistlerin doğuda kat ettikleri mesafe ve elde ettikleri mevziler, doğuya yönelen Rus çarlarının dikkatlerini çekmiş, bu konu...

 

 (1)

Oryantalistlerin doğuda kat ettikleri mesafe ve elde ettikleri mevziler, doğuya yönelen Rus çarlarının dikkatlerini çekmiş, bu konuda planlamalar ve stratejiler geliştirmek üzere, Kafkasları taciz etmişlerdir. Müstahkem bir kale hükmünde olan Kafkaslar alınırsa, hedeflerine ulaşmaları çok kolay olacaktı…

 Özellikle, kırım hanlığı, Hive hanlığı, Astra han, Buhara hanlığı, gibi hanlıkları, kanuni döneminde hedef alan zalim İvan, Osmanlının o bölgeye kayıtsız kalması ile önce Türkistan’ı düşürecek, sonrada Kafkaslar ve Erzurum’a kadar inilecektir.

Bu arada, Anadolu’da, yani Osmanlı mülkünde, Türkler ve Türkmenler, devlet yönetiminden uzaklaştırılmış, sadece kılıç kuşanmasını ve savaşa gitmesini devlet politikası haline getiren “miri toprak sistemi” yürürlüktedir. Devletin resmi dili Osmanlıcadır. Osmanlıca, “esperanton” birdildir.yani bir çok dilden meydana gelen özelliktedir.

Selçuklularla başlayan Farsça ve Arapça okuma yazma zorunluluğu vardır. Farsça bilmeyen, köylüler, kolluk kuvvetleri ile şehirlere sokulmamaktadır.

Hulagi’nin, Türkmen okuryazar olan devlet erkânını ve ulemayı ortadan kaldırması, bölgeye egemen olduğunda da, devleti idare eden okuryazar ihtiyacını karşılamak üzere, İran’dan destek istemesi, Farsların, “biz hizmeti sadece kendi dilimizce yapabiliriz” önermesi, Farsçanın dilimize tamamen egemen olmasını sağladı.  Özellikle Doğu ve güneydoğuda yaşayan Türkmenlerin asimile olmasını sağlayan tarihi olaylardır. Bu husus, Osmanlıda altı yüzyıl sürmesi de tuzu biberi olmuştur.

Bu durumu fırsat bilen, Necip Fazılın deyimi ile “batının balta tutan eli” olan Ruslar, durumu kendi lehine çevirmiş, önce İran’da, Vladimir Fyoodoroviç Minorski (RusçaВладимир Фёдорович Минорский, 5 Şubat 1877 - 25 Mart 1966), Kürt ve Fars tarihi, edebiyatı, coğrafyası, kültürü hakkında araştırmalar yapan Rus doğu bilimci. Çarlık Rusya’sı ordu generali, bilahare ülkemize gelerek, medreselerde, Farsçayı, Kürtçe diye Türkmenler arasında, 5. Kol faaliyeti olarak devam etmiştir.

Müteakiben de, aynı çalışmayı, Andrey Grigoryevich Nikitin 28 Eylül 1891 - 4 Şubat 1957) (bir Kızıl Ordu tümgeneraliydi. ) sürdürmüştür. İlk çalışmaları ise, ”Oğuz nameyi” “Şeref name” olarak Farsçaya çevirmştür. Bilahare, Kulp MüftüsüMehmetemin Bozaslan Türkçeye çevirmiştir.

 Türk ve Kürdü kardeş kavgasına götürebilecek, kurgulamalarla yeni bir tarih ihdas edilmiş bugün Kürtlerin geleceği ile ilgili kurgulamalara temel teşkil etmiştir.

Türkistan’ın Yenisey nehri civarında ve Elegeş abidelerinde yazılı olan, “ben Kürt ilhanı Alp Erunguyum. Altın okluğumu kuşandım.” demesi, Kürt olgusu üzerinde, incelenip değerlendirilmesi gereken bir belgedir. Etnografya ve arkeoloji, geçmiş ile bu günümüzü bağlayan yegâne kaynaktır.

 

Aslında sosyoloji ilminin belirlediği ölçüleri esas aldığımızda, kürtler ve Türkler; ortak yaşam biçimi olan toplumların, bidayetinde aynı kültür topluluğu olduğunu ifade edebiliyoruz. Nitekim eldeki verilerin, mezarlıklarının, sosyal yaşantının, gelenek göreneğin, ölüm ve doğum merasimlerinin, üretim ve tüketim biçimleri, dahası, red ve kabulleri, inanç örgüleri Türkmenlerle aynıdır. Bir Yörük’e misafir olduktan sonra bir Göçere (Koçer) misafir olduğunuzda, ağırlamaları, uğurlamaları, ikramları bir olduğuna hükmetmek çok zor olmayacaktır.

Bu noktadan hareketle, Rahmetli Alpaslan Türkeş’in, “Türkler ne kadar Türk ise, Kürtlerde o kadar Türk’türler. Kürtler ne kadar Kürt iseler, Türklerde o kadar Kürt’türler.” İfadesi ile ete kemiğe bürünmüş bir hakikat olarak ortadadır.

Yakın tarihimizde, 1.cihan harbinde, Milli li İbrahim bey, Sipki aşireti reisi, Abdülmecit bey, Musa bey, Muşlu Şazıl ağa, Sasonlu Süleyman ağa, Muşlu Zübeyir ağa (Koloto) (nice bilinmeyenler) bunların hayatı incelendiğinde,  Görülecektir ki, birbirlerinin mütemmimi olan parçalar gibi aynı milli hamiyete sahip insanlardır.

O halde ne demeye bu gün Kürtlerle Türkler birbirlerine bıçak bilemektedirler. Görüntü öyle olsa da, hakikat farklıdır.  Bu hususun yeniden gündeme taşınması ve böylece anlaşılmasını sağlamamız lazımdır.

Yalan ve yanlış yargılamalarla Kürtlerin içine, “ Kürt’müş gibi” girip olayları körükleyen farklı etnik unsurlar ve küresel hegamonyanın piyonlarının tarihi seyir içinde kimlikleri ve Kürtler içindeki faaliyetleri ile fonksiyonlarını irdelemek düşüncesindeyim. Vicdanlı herkesin, hem katkılarını hem de eleştirilerine açık olacağımızı da bildirmek isterim.

 

 

KÜRTLERİ FARKLI BİR PERSPEKTİFLE DEĞERLENDİRMEK (2)

Kürt teali Cemiyeti başkanı Dr. Mehmet Şükrü Sekban, 1. Dünya harbinden sonra, yurt dışın kaçmak durumunda kalır. Yaşantısını Fransa’da devam ederken, İngilizler ve Fransızlar, Irakta etki alanları oluşturur, bölgede siyaseti ve jeopolitiği belirlerler. Bu arada, 1.Cihan harbinde, Anadolu’da kurulan genç Türkiye cumhuriyetine karşı yeni cepheler açmak fikrini hayata geçirmek üzere, İngilizlerle ve Fransızlarla müşterek hareket edebilecek kişilerle bir “Kürt hareketi” üzerinde karar verilmiştir. İçeride ve dışarıda mücadele potansiyeli olanlarla temasa geçilmiş, belli merkezlerde kendilerine lojistik destekler verilmek suretiyle, yeni bir Kürt hareketini başlatmışlardır.

Bu durumu yönetmek üzere, Dr. Mehmet Şükrü Sekban bey, Kuzey ırakta, bazen mobil bazen de sabit hekimlik hizmeti de vermek üzere, bölgede görevlendirilir. Beyanına göre, muayene olmak üzere görüşme yaptığım “bir Türkmen ile bir kürdü, konuşmadıkları sürece birbirlerinden ayıramıyordum.” Bu durum onu yeniden düşünmeye sevk etmiş, emperyalistlere inat, ömrünün sonuna kadar Türk milletinin bu iki asli unsurunu birbirinden ayırmaya çalışanlara karşı mücadele etmiştir. Rahmetle anıyorum.

 

 

Bu dönemde,1886 yılında, Erbil’de Kürtlerle yapılan toplantıların birinde; “Kürt varlığının korunabilmesi, Kürt dilinin korunmasına ve geliştirilmesine bağlıdır.” Hükmü çıkmıştır. Bunun yolu da, Kürt kadınlarının zinhar! bulundukları ülkelerde, İran da, ırakta ve Türkiye de okullara gönderilmemelidir. Çünkü Kürt dilinin unutulmasının sağlanmaması için, başka dilleri öğrenmemek üzere, kadınların okutulmaması yönünde karar alınmıştır. Bilinen bir gerçektir ki, dil anneden öğrenilmemektedir. Anne çocuğuna öğreteceği dil “anne dili” olmaktadır. Ülkemizde tevhidi tedrisat yasasıyla okula gitmek zorunlu olmasına rağmen, doğu ve güneydoğuda kadınların okum oranının düşük olmasını buna bağlamak gerekir. Nitekim 1965 yılına kadar okullara giden kadın sayısı, il merkezleri dâhil, çok azdır. Gerekçeleri ise dini Saiklerle gerekçelendirilmek sureti ile de bu karar, adeta meşruiyet kazandırılmıştır.

Bu husus insan hakları ve mensup olduğumuz İslam dini kapsamında değerlendirildiğinde, cehalete mahkûm edilen annelerin, emperyalistlerin gayesine hizmeti kolaylaştırmanın yanında başka bir fayda sı söz konusu değildir. Zira İslam’ın ilk emri ”oku” dur. Kadın erkek her Müslümanı kapsamaktadır. Ancak emperyalistlerin hedefine ulaşacağı bir zeminin oluşumunu sağlamıştır.

Cihan harbi öncesinde, harp esnasında ve sonrasında, emperyalistlerle birlikte hareket edenler, bir araya getirilme gayretleri olmuştur. Bazıları hakikati görmek sureti ile karşı duruş sergilemişlerdir. Buna rağmen, emperyalistlerle müşterek hareket etmek üzere  “Kürt hareketi” adı altında,1912 de karar bağlanan “Wilson prensipleri” doğrultusunda hareket edenlerde olmuştur.

 

Kürtler, üzerinde yaşadığı coğrafyalarda kimlerle beraber yaşamaktadır? Kimlerle sosyo - kültürel birliktelikleri mevcuttur? Kimlerle siyasi birliktelik içindedirler? Tarihi süreç içinde en rahat ve müreffeh yaşadıkları dönemler hangi dönemlerdir? Etnisite bakımından sahip oldukları müktesebat, hangi etnik yapıyla örtüşmektedir? Dil bilimi (Filoloji ilmi) açısından “Kürt dili” hangi kriterlere bağlı konuşulan diller sınıfındadır? Yaşadıkları coğrafyalarda, “dünya hâkimiyet teorileri içindeki fonksiyonlarını irdelemek gerekir. En önemlisi, Kürtler; küresel güç odaklarının hedefi halindeki coğrafyalarda nasıl bir misyon yüklenmektedir

Bu konuyu bilimsel temellerde ele almak ve hissiyattan uzak değerlendirmek gerekmektedir.

 

 

KÜRTLERİ FARKLI BİR PERSPEKTİFLE DEĞERLENDİRMEK (3)

Türkler ve Kürtlerin yaşadıkları ortak vatanlarında, kardeşlik hukukunu ikame etmelerinden endişe duyan küresel güçler, tarihin akışında yaşadıkları hezimetleri bir daha yaşamamak için Kürt ve Türk unsurlarını karşı karşıya getirebilecekleri siyasetler hayat geçirmişlerdir. Bu husus çok önemli ve kamuoyu tarafından bilinmelidir. Aynı zamanda Kardeşlik hukukunun ikame edilmesi durumunda, sömürü unsuru olan “mazlum milletlerin” var olma mücadelesinde, temel insan haklarına bağlı bir hayatın teminatı ve motivasyon unsuru olacaktır.

1071 Malazgirt meydan muharebesinde Sultan Alpaslan ve 1187 tarihinde Kudüs’ün fethini sağlayan Selahattin Eyyubi’nin Kürt ve Türkmenleri kardeşlik hukuku içinde bir arada tutmuş, doğu romanın en güçlü devleti Bizans’ı ve müteakiben, Haçlı ordusunu yenmişlerdir.

Batı dünyası bu iki gücün bir araya gelmemesi için her fırsatta ihtilaf ve düşmanlık körükleyen siyasetler üretmişlerdir. Bu sebeple, batı emperyalist dünyası, etnik ve dini bağlarını kullanarak, Ezidi, Süryani, Keldani, Nesturi,Pakraduni ve Ermenileri ihtilaf ve kargaşa yaratmaları için hem istihbarat ve hem de, stratejik faaliyetleri iç bünyede uygulamaya koymak hususunda önemli işlevler yürütmüşlerdir.

Osmanlı devleti, maiyetindeki etnik ve dini unsurlarını imparatorluk mantığıyla, sadakat gösterdikleri sürece hukuklarını korudu ve onlara bazı ayrıcalıklar dahi sağladı. Hem dini hayatları hem de kültürel haklar bakımından emsali bir daha görülmeyecek toleranslar yaşatıldı. Denilebilir ki, imparatorluğun, sanat kültür, siyaset ve diplomaside asli unsur olan Türk ve Türkmenlerden daha avantajlı bir konumun sahipleri idiler.

Miri toprak sisteminde, Türk ve Türkmenler, akından akına giden asker sınıfını (seyfiye sınıfı) oluştururken, diğer etnik yapılar, Enderun marifetiyle Müslümanlaştırmak gayesiyle, kalemiye (bürokrasi) ve sanatkârlığa, siyasete yönlendirildiler. Askerlik yapmadıkları içinde bir çeşit vergi olan “cizye” ödemek durumda idiler.

 Cepheden cepheye koşan Türk ve Türkmenler, devletin yönetiminde söz sahibi Enderun’da yetişen gayrı Müslimlerin hedefi olmuşlardır. Enderun’da yetiştirilen devlet erkânı için “duhterun”(kız mektepleri) mekteplerinde yetişen gayrı Müslim kadınlarla evlilik yapmak zorunluluğu getirilmiş, evlilik yoluyla, diğer unsurlarla kaynaşmanın önünü de kesmişlerdir.

Bir taraftan eş’ari anlayışının dini hayatımızı etkilemesi, maturidi anlayıştan uzaklaşmasını sağladı. Diğer yandan gayrı Müslimlerin, devleti Türkmenlere karşı harekete geçirmesi, Bektaşi-alevi inancının sahip olanlar dışlanmaları söz konusu oldu… Bu tutum, devlet-millet kaynaşmasının önünde bir engel teşkil etti. Devletin zayıflamasını sağladı. Devletin zayıflaması ile birlikte bütün etnik guruplar harekete geçti.

Bunlar olurken, Kürtler devlete başkaldırmadılar. Hatta şah İsmail ile Yavuz arasındaki savaşta yani çaldıranda, devletin yanında yer aldılar. Tarihte İdris-i Bitlisi bu hususta örnek verilecek bir değerdir.

Osmanlı imparatorluğu, çok dilli, çok hukuklu, çok dinli ve çok milliyetli yapısıyla, örneği olmayan bir devlet yapısındadır. Devlet, sultan tarafından ve saraydan sevk ve idare edilirken, taşrada devleti temsil eden ve karar mercileri ne hazindir ki, devletin kurucu asli unsuru olan Türkmenleri dışlamasıyla büyük sıkıntılar yaşadı.

Devşirme Kavalalı Mehmet Ali Paşanın, mısır valisi iken devlete başkaldırıp, Adana’ya kadar olan bölgeyi kendi nüfuzuna alması, Osmanlı devletini duyun-i umumi ile karşı karşıya getirdi. Bu husus Fransızlardan alınan borçlar sayesinde Fransızların Osmanlı mülki içinde imtiyaz elde etmesini sağladı. Yani kapitülasyonların varlığına şahit olundu.

Fransızlara borçlanan Osmanlı devleti, giderek, önemini yitiren ipek yolu ve ticaretin açık denizlerden yapılması, teknolojik gelişmelerden uzak kalınması, Osmanlının gerileme devrine girmesine vesile oldu.

Balkanlarda ve Arabistan’da baş gösteren başkaldırı ve isyanlar, içeride Ermenileri, Rum ve Yahudilerin daha fazla söz sahibi olmalarını sağladı. Her fırsatı değerlendiren emperyalistlere, Ruslar da dâhil olunca, Ermenilerin harekete geçirildi ve “Büyük Ermenistan” ideali yönünde hedef ve güdüleme ile destek verip örgütlediler.

 Bu dönemde de, Kürt- Türk kardeşliği karşı mücadeleyi kazandı. Anlaşıldı ki, Türk ve Kürtler bir arada olurlar ise, yenilmezlikleri mukadderdir. Öyle ise bu iki kardeşi karşı karşıya getirmek gerekir…

Bu hususta ilk olarak Ermenilerin bünyede kendilerini gizleyebilecekleri sinsi tezgâhlar kurdular. (Mıgırdıç Markoşyanın, “Söyle Markos nerelisin?” kitabında tehcir öncesi demografik hareketten bahsetmektedir.) Birlikte yaşadıkları komşularını, “kirvalarının” ve aynı vatanı paylaştıkları Kürtlere pusu kurup kılıç çektiler. 1873 ve sonrası doğu sınırımızdaki Osmanlı -Rus harbi esnasında ve sonrası Rus harbinde, Ruslarla birlikte, Müslüman Türk ve Kürdün can, mal ve ırzlarına tasallut olup cinayet şebekeleri haline geldiler. Ermeniler, yaşadıkları mekânları değiştirerek, gittikleri yerlerde yeni isimler aldılar.

Tehcirden sonra deşifre olanlar sınır dışı edildi. Ancak deşifre olmayanlar ise, hala içimizde Kürt kardeşlerimizi tahrik ve teşvik ederek zehirli emelleri için faaliyetlerini sürdürmektedirler.

Eğer devlet, 1928-1934 tarihlerinde yürürlüğe koyduğu “nüfus tahrir kanunu öncesi kütükleri ve Ermeni kilise kayıtlarını inceletirse görecektir ki; Bu gün PKK ve bölücü Kürt hareketinin gerisinde, Ermenilerin mevcudiyeti gün gibi ortadadır. Elbette bu durumu ortaya çıkarıp, hayata geçirecek Milli bir iktidarın olması şarttır.

Doğu ve güney doğuda artık her kes bu durumu açık bir şekilde ifade eder durumda ve tarafgirlik içinde bir oluşumu görebiliyor… Yine küreselci güçler, yani ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Kanada, İskandinav ülkeleri ve Rusya yanında, dindaşımız komşumuz İran’da, bu duruma çanak tutmaktadır.

Kürt ve Türk kardeşliğini baltalayan bu yapıyı ileri bir tarihte belgeleri ile yazacağım. Irak ve Suriye’de ki Kürt yapılanmaları da aynı şekilde, Küresel emperyalizmin ileri karakolu hükmünde ve Ermenilerin desteği ile sürdürülmektedir.(Devam edecek…)

KÜRTLERİ FARKLI BİR PERSPEKTİFLE DEĞERLENDİRMEK (4)

Küresel güç unsurları, başka bir deyişle kapitalist ülkeler, kendilerinin dışında, hiçbir yapının dirlik ve düzen içinde, barışı, sevgiyi, hoşgörüyü yaşasın istemezler. Bunun en açık örneği,  Afro- Asyada, kontrol ettikleri devlet ve milletleri sürekli huzursuzluk ve kargaşaya sevk eden politikaları hayata geçirmelerinden anlıyoruz. Çıkan kargaşadan, istifade ederek, varlıklarını meşru kılacak barış tesisi edici rollerini de ihmal etmemektedirler.

Tarihin vücut bulduğu Mezopotamya veya ön Asya, stratejik olarak emperyalist batının hedefi olarak yaklaşık iki asırdan beri kargaşanın merkezindedir. Bu gün, bu coğrafyada tarihin derinliklerinden beri cereyan eden hadiselerin bu günkü tezahürü, jeopolitiği, yer altı ve yer üstü ekonomik kaynaklarıdır.

Dünya petrol rezervlerinin büyük bir kısmı bu bölgede olması, enerjinin ülke kalkınmasında ham maddeden daha öncelikli olması, insanlık tarihinde ışık olabilecek medeniyetlerin kalıntılarının bu bölgede olması cezp edilmesini sağlamaktadır.

Bu coğrafyanın kadim milletleri ve vücut bulan etnik yapılar, amansız bir mücadelenin içinde yaşamaya adapte edilmiş, hayatlarının doğal akışı immişçesine bir kabulün içindedirler.

Bu etnik yapılardan birisi de,  günümüzde bu bölgede yaşayan Kürtlerdir. Kürtlerin tarihi hakkında muhtelif rivayetler olması, hemen her milletin onları kendi bakiyeleri sayması, Kürtlerin sağlıklı bir şekilde incelenmesini gerektirmektedir. Sosyoloji, tarih, etnografya ve sahip oldukları kültürleri yanında dini inanç örgülerini sağlıklı olarak anlayabilmemizi sağlamaktadır.

Yaşadıkları coğrafyalarda, sosyokültürel benzerlikleri, örf ve adetleri, üretim ve tüketim alışkanlıkları ve etnografik yapıları Turani kavim olan Türklerle tam olarak örtüşmektedir. Bu gün dahi, şaman geleneklerinin günümüze taşıyıcı yapısını Kürtlerde görmemiz pekâlâ mümkündür. Bu konuda çalışma yapan birçok araştırmacı ve bilim adamı bu konuda hemfikirdirler.

Bu gün, Kürtlerin konuştuğu dil, “Kürtçe” denilse de, esasen fars dilinin bir “şivesi” veya “ağzı” şeklindedir. Kürtçe kendi arasında; “sorani” ve “Kurmanci” olarak iki şekilde konuşulmaktadır. Anadolu’nun kuzeyi doğusunda ve doğusunda “kurmançça konuşulurken, güney doğu ve Irak-Suriye bölümünde, Zoran lehçesi konuşulmaktadır. Bu iki lehçeyi konuşanlar, birbirlerini anlamakta zorluk çekmektedirler. Garip bir durumdur ki, AKP hükümeti TRT ŞEŞ veya diğer adıyla TRT KURDİ olarak yayın yapmak suretiyle bu iki unsuru kaynaştırma yapacak çalışmaları yapmaktadır. Bölücülerin tezine kuvvet vermektedir.

TRT ŞEŞ yayına ilk başladığı zamanlarda, Fransız Kürdoloji enstitüsünden bir yetkili ile yapılan TV progrmında, bu durumu ikrar ederek, asıl Kürtçenin zoranice olduğu yönünde, beyanda bulunmuş, Kürt diline “kurmanci” değil de, “zormanci” denmesi daha uygun düşeceğini beyan etmişti. Aynı programda, 12 Eylül Askeri darbesi ile nasıl mevziler kazandığını da gururla bahsetmekte idi…

Bölücü Kürt hareketinin en önemli motivasyon kaynağı ve referansı, konuşulan Kürtçe olmakla beraber, en zayıf referans noktaları da Kürtçe dilidir. Zira kelimelerin yaklaşık yüzde sekseni Farsçadan ibarettir. Geri kalan kısımlar ise yakın olduğu kültürlerin dillerinden ibarettir. Bu iddiayı hem Farsçaya hem de Kürtçeye vakıf biri olarak iddia ediyorum.

Kürtler Farsçayı nasıl öğrendiler? Asıl can alıcı soru burada yatmaktadır.

Kürt olmadıkları halde, Kürt olduklarını iddia eden ve bölge kültürünü ortak yaşayarak, kendilerini gizlemiş olan unsurların bilinmesi ve Kürtlerden ayrıştırılması ise önemli bir sorundur. Zira Kürtleri daha iyi tanıma imkânına kavuşulacağın inanmaktayım.

Bu vesile ile hem bu coğrafyada tarihin seyri içinde yaşanan hâkimiyetler, beraberinde göçler ve hâkimiyet kuran milletlerin etkileri incelenmeye değerdir. Asurlular, İbraniler, Sasaniler, Araplar, Romalılar, Büyük İskender’in Hindistan seferi… Elbette o coğrafyanın en kadim milleti Türkleri, Selçuklu ve Osmanlıyı bilmek gerekecektir. (Devam edecektir…)

 


 

YORUMLAR

Ad

Makale,131,Şiir,12,
ltr
item
Nesim Yalvarıcı Blog: KÜRTLERİ FARKLI BİR PERSPEKTİFLE DEĞERLENDİRMEK
KÜRTLERİ FARKLI BİR PERSPEKTİFLE DEĞERLENDİRMEK
Nesim Yalvarıcı Blog
https://www.nesimyalvarici.com/2022/01/kurtleri-farkli-bir-perspektifle.html
https://www.nesimyalvarici.com/
https://www.nesimyalvarici.com/
https://www.nesimyalvarici.com/2022/01/kurtleri-farkli-bir-perspektifle.html
true
4680738629484459283
UTF-8
Tüm Yazılar Görüntülendi Hiç yazı bulunamadı TÜMÜNÜ GÖSTER Devamını oku Cevapla Cevabı iptal et Sil Yazar: Anasayfa SAYFALAR GÖNDERİLER Hepsini gör SİZİN İÇİN TAVSİYE EDİLEN ETİKET ARŞİV SEARCH TÜM GÖNDERİLER İsteğinizle eşleşen bir yayın bulunamadı Anasayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Paz Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık Oca Şub Mar Nis Mayıs Haz Tem Ağu Eyl Eki Kas Ara şimdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago Dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago 5 haftadan daha önce Takipçiler Takip et BU PREMIUM İÇERİK KİLİTLENDİ ADIM 1: Bir sosyal ağda paylaşın 2. ADIM: Sosyal ağınızdaki bağlantıyı tıklayın Tüm Kodu Kopyala Tüm Kodu Seç Tüm kodlar panonuza kopyalandı Kodlar / metinler kopyalanamıyor, lütfen kopyalamak için [CTRL] + [C] (veya Mac ile CMD + C) tuşlarına basın İçerik Tablosu