İdealizmi esas kabul ettikleri için, şartlar ne olursa olsun, ülkücü şuura sahip insanlar, çözüm odaklı ve uzun soluklu düşünmektedi...
İdealizmi esas kabul ettikleri
için, şartlar ne olursa olsun, ülkücü şuura sahip insanlar, çözüm odaklı ve
uzun soluklu düşünmektedirler. Çünkü sahip oldukları ideolojik ve kültürel
terbiye, karşılaştıkları meselelerde, problem odaklı olmaktan ziyade çözüm
odaklı düşünmelerini gerektirmektedir. Bu husus ise zaman almaktadır. Günümüzdeki
siyasal iklimde, bu durumun sempatik karşılığı yoktur…
Günümüzde Türk dünyasının içinde
bulunduğu toplu durumuma baktığımızda, çok kötü bir atmosferin sarmalında bir
durum mevcuttur. Bu sarmaldan kurtuluş, milliyet duygusunun sosyolojik
temelinde bir şuur ile siyaset yapan bir yapıya ihtiyaç vardır. Bu yapı ise
ülkücülerdir.
Buna mukabil, ülkücüler, eli kolu
bağlı durumdadırlar. Çözüm için gayret sarf etmek isteseler de, nafile
gayretlerin olduğu görünmektedir. Bunun temel nedeni ise, ülkücüleri ve Türk
milliyetçilerini temsil eden siyasal yapılanmaların etkisizliğidir.
Genelde, Türk siyaseti
“pragmatik” (Faydacılık) öğretisinin gereği olan siyasi yapıya teslim olması
durumu ile tanımlanabilir. Bu durum siyasette ahlakiliğini de sorgulanmasını
sağlamaktadır. Benlik duygusu kuvvetli olan insanlar, faydacı (Pragmatik) anlayışın
uygulanmasında, Narsist (bencillik)bir durum sergilemektedirler… Bu durum ise devletin
katı ve totaliter yapıya götürmektedir.
Bu noktada, pragmatik (faydacı)
anlayışın tarihi seyri ve bu anlayışın ülkemizde uygulama biçimindeki
farklılığında anlaşılması gerekmektedir. Felsefi bir öğreti olarak
“pragmatizm”; siyasetin bir hizmet sanatı olarak kabul edilmesinden ötürü,
uygulanacak siyasetlerin mutlak toplumun geneline fayda sağlaması temelindedir.
Yani herkesin yararı esastır. Ancak ülkemizde ise bu felsefi öğreti, bir
kişiye, zümreye, partiye veya cemaate fayda sağlayabileceği şeklinde
uygulanmaktadır. Popülist ve oportünist bir ruh yapısı ile sunulmaktadır.
Temelde çok az bir zümreyi veya partiyi kapsamına almaktadır.
Ancak, pragmatizm, oportünizm ve
popülizm, ülkücü dünya görüşü ile hem toplumculuk temelinde, aynı zamanda
milliyet duygusunun sosyolojik temelinde var olan “kapsayıcılık” umdesi ile
ters düşmektedir. Bundan dolayı ülkücülerin vereceği bütün mesajlar, geneli
kapsadığı gibi, yakın ve orta hedeflerden ziyade uzak hedefleri öngörmektedir. Bu
durum pragmatik siyaset karşısında etkin olmayı engellemektedir.
ülkücüler, eğitim düzeyi yüksek,
entelektüel kapasiteleri iyi, gelir düzeyi orta sınıfı ve alt gelir gurup
olmasına rağmen, siyasi bilinç düzeyi optimum bir düzeyin üstündedirler.
siyasette iktidar olamayışları, pragmatik ve popülist siyaseti, ahlaki
bulmadıklarından dır. Bu duruma ilgi gösterenler, ima edenler, ülkücü kurumsal
yapıların hoş görmeyecekleri durumlardır.
Peki, ne zaman ülkücüler kendi
milletlerinin kaderlerini tayin edecek bir siyasi güç haline gelecekler?
Hemen her ülkücünün kendisine
sorduğu bir sorudur.
Biliyoruz ki, küresel
yapılanmalar, milli ve yerel gelişimin önündeki en büyük engeldir. Bu sebeple,
az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde iktidar yapılanmaları küresel
etkilerle olmaktadır. Ancak muhalefet yapılanmalarını da göz ardı etmedikleri
de bir hakikattir. Yani iktidarı yapılandıran güç unsuru, muhalefeti de kendi
başına bırakmaz.
Bu gün ülkemizdeki siyasi
gelişmelerin serencamı da böyle görünmektedir.
Yani ülkücüler, idealizme bağlı
bir ideolojinin mensubu olsalar da, küresel yapılanmaların etkisindeki siyasal
yapı, idealizm olgusuna geçit vermem demektedir.
Dünya, kendisini yeni bir
konumlandırmanın eşiğinde bulmuşken, Türk milliyetçiliğinin esas anlayışı ve siyasal ekonomik,
kültürel ve ideoljik bakımdan nötr edilmiştir.
Ülkemizi yönetenler, romantik
“İslamcı” yaklaşımla, Türk olmayan Müslüman ülkelerle ilgileniyor gibi görünmek
suretiyle, hem Türk milletini, hem de diğer Müslüman milletleri
oyalamaktadırlar. Üstelik karşılaşılan problemlere zayıf hamleler yaparak,
sıkıntıların kalıcı olmasını sağlamaktadırlar.
Böyle olmasına rağmen, ülkücü
dünya görüşünün siyasi temsilcileri alternatif öneri gündeme taşımadıkları
gibi, Alaca karanlık siyasi yapılanmaların destekçisi ve onun paratonerliğine
soyunmuşlardır.
Rahmetli Muhsin Başkan ile
başlayan bölünmeler, farklı bir veçheyle, yeni bir olgunun doğmasını sağladı.
Her hamle, Türk milliyetçiliğin birliğine kast eden bir netice doğurdu. Bu durum, gençlik ve ülkücü camiada
umutsuzlukların oluşumunu sağlamıştır.
Kamuda tecrit edilen ve “mugasıp”
iktidarın yanlı tutumu sayesinde hiçbir ülkücü yetkinliğini ve enerjisini
devleti içinde milleti lehine sergileyememektedir. Etkisizleştirilmiş sendikal
hareketle, güya her şey hukuk çerçevesinde işliyormuş görüntüsü
verilmemektedir.
Altı yüz sene Osmanlının Türklük
olgusuna karşı takındığı tavrı, mevcut iktidarda ayniyle uygulamaktadır.
Ne acıdır ki, ülkücülerin
siyaseten temsilciliği yapanlar ise, şahsi ikballeri ile ilgili endişeleri
gideren çalışmalar ve ameliye içinde görünmektedirler.
Halbuki mevcut iktidar ve ondan
önceki siyasi yapılanmalar, ahlaki temelden mahrum siyasi programlarla her
fırsatta Türk milliyetçiliğini zor duruma soktuğunu biliyoruz. Dolayısı ile
onlara güven duyup işbirliğine girmek, akreple aynı torbada yaşamaya benzer.
Biliyoruz ki, insanlık tarihi ile varlığı aynı
olan Türk milleti her dönemde hasımları ve düşmanları olmuştur. Düşmanı olanın
varlığı her zaman tehdit ve tehlikededir. Bu şuur ile devleti var saymak ve onu
korumak töredir. Bu gün Beka meselesi üzerinde siyasi tepinme içinde olanlar,
devletimizi anlayamamışlığı içinde olduklarını düşünürüm.
Devletin temel Kaideleri olan;
Adalet, Hakikat, Meşveret ve Liyakate kastedenler, devletin bekasına
kastederler… Yoksa her Türkün ruhunda şifrelenmiş bir yargı vardır;” vatan bana
mezar olmadıkça düşmana gül zar olmaz.” bunun üzerine düşünmek lazım…
YORUMLAR