Milliyet duygusu, insanlığın toplu yaşama sürecinin en güçlü güdüleyici unsuru ve varlığını koruyup sürdürmesi için en önemli sosyal o...
Milliyet duygusu, insanlığın toplu yaşama sürecinin en güçlü
güdüleyici unsuru ve varlığını koruyup sürdürmesi için en önemli sosyal
olgudur.
Milliyetçilik; İnsanların yaşantı yoluyla elde ettiği ortak değerlerin
etrafında organizasyonlar kurup sistem bütünlüğü içinde birçok sosyolojik
faktörün hukuki veya örfi temeller etrafındaki yapılanmalarını sağlayan bir
duygunun adıdır. Zira milliyet duygusu, sosyolojik temelli bir duygudur.
Devlet, bu duygunun ürünüdür. Üretilen kültür ve değerler
içinde, insanların ihtiyaçlarının karşılanmasını esas almak üzere, yapılan iş
paylaşımı organizasyonunun hukuki adı devlettir. Milliyet duygusunun sosyolojik temeli olmadan,
millet olgusundan bahsedemezsiniz.
Ortak ana dili, dini, vatanı, tarihi, kültürü, ülküsü ve soy
birliği ile onun ortak akılla oluşturduğu sosyal faktörlerdir. Bu duygular
sosyolojik temele dayanır, Millet oluşumunu sağlayıcı yegâne unsurlardır. Bu
olgu içindeki milletlerin oluşturduğu devletler “milli devletlerdir”.
İnsanlık tarihi incelendiğinde, millet olma esaslarını
bünyesinde bulunduran devletlerin kurulmasında, Türk milleti hemen her asır ve
zaman diliminde, milli devletler kurmuş ve yaşantısını buna göre
sürdürmüşlerdir. Bu olgulardan uzaklaştıklarında, bozulan yapı üzerinde yeniden
“milliyet duygusunun” oluşturduğu devletler kurmuşlardır. Tarih sahnesinde
onlarca örnek verilebilir… Yani milli
hafızasında her zaman devlet olma bilinci vardır.
Sonsuza kadar yaşama iddiası taşıyan bütün insan
topluluklarının ortak değerleri geliştirmek suretiyle ideal haline getirilen
sosyal olgunun ortak adı milliyetçiliktir.
Bu sosyal yapılanmaların temel teşkil ettiği milliyet
duygusunun, Türk milletinin hayatındaki serencamı ve günümüzdeki fiili durumunun
bilinmesi, geleceğimiz bakımından önem arz etmektedir. Zira tarih seyri içinde
içine düşülmüş hatalarla, yaşanmış iyi modellerin karşılaştırılıp dersler
çıkarmak gerekir.
Türk milleti, Dünyanın en kadim milletlerinden biridir. Hem
devlet hafızası vardır. Hem medeniyet hafızası vardır. Her millette olduğu gibi onunda inişli
çıkışlı zamanları ve dönemleri olmuştur. Anca Osmanlı dönemi kayda değer
özelliği olması sebebiyle, Selçuklu devletinin zayıflaması, Anadolu’da irili
ufaklı Türk beyliklerinin parça parça hareket etmesi, Osmanoğulları’nın bu toplu
durumdan birliğe gidecek hamlelerle, Anadolu’da Türk birliğini esas alan bir
hamleyi gerçekleştirdi. Bütün Türk beyliklerini bir bayrak altında güç birliği
içinde toparladı… Güçlü bir devlet oldu. İmparatorluk oldu…
Ortak değerler oluşmasını sağladı, Kendine has karakteri ve
ölçüleri olan bir medeniyetin ışığını yaktı. Farklı milliyetleri bir araya
getirdi… Arap, acem (Fars)ve Türklerin kahir ekseriyetinin oluşturulduğu bir
sistem oluşturdu.
Yüksek idealleri gerçekleştirmek üzere, iddialı bir devlet
yönetimini oluşturdu, zamanın ruhuna uygun harekete ederek, çağının en kudretli
devlet yapısını hayata geçirdi.
Ancak, asabiyet(soy birliği) meselesinin nasıl bir problem
olduğunu hesap edemedi… İhmal ettiği Türk soyunu devlet içinde ikincil konuma
getirerek, Ana damarını etkisizleştirdi. Yönetimde, Türk unsuru etkili değildi.
Devşirmenin Enderun’da yetişerek devleti kontrolüne alması, Türk soyunun
ötekileşmesi, derin sosyal Vuruklara (travmalara) neden oldu. Enderun’un
yetiştirmeleri devletin idaresinde tamamen egemen olunca, onlarla evlendirilmek
üzere, “duhterun” mekteplerinden yetiştirilen kadınlarla her mertebedeki devlet
yetkilileri ile evlendirilmek sureti ile farklı bir aristokrasi oluşturuldu.
Hatta Türk veliahtlar ya boğduruldu, ya da bir çeşit katledilmek suretiyle,
hanedan soyunun dahi Türklükle ilişkisi kesildi.
15.asır ile 18 asırlar arası, Türk milletinin, millet olma
bilincinin devlet eliyle yok edilen asırlar olarak tarihe geçmiştir. Bu yargı,
bir durum tespitidir. Eleştirmek veya sorgulamak değildir.
Bu tarih sürecinde, Milletin; milli refleksleri sergilemesi,
devlete başkaldırma olarak değerlendirilmiştir, millet, devlete başkaldırı
içinde asi ve isyankâr olarak takdim edilmişlerdir. Celali isyanlarını sosyoloji
ilminin ortaya koyduğu ölçülerde değerlendirdiğimizde, devlette adalet
duygusunun zedelenmesine tepki olarak görülebilir.
Türk evladı, devletine karşı dik başlı olmamıştır. Ama bütün
hayatı boyunca “başı dik” olarak yaşamıştır. Onun için millet olma bilincini
tehdit eden unsurları Arifliğiyle sezmiş, gerektiğinde başını dik tutmasını
bilmiştir.
Birinci dünya harbi sonrası kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti
devleti, varlığını; Gazi Mustafa Kemal Atatürk ün ifadesi ile “Türkiye
Cumhuriyetinin temeli, yüksek Türk kültürüdür.” demek sureti ile Türk
milletinin temel değerleri üzerine devlet inşa edilmiştir. Ancak kısa bir süre
sonra, Osmanlıdaki sosyal hastalıkların tümü devlet hayatında nüksetmeye
başlamış ve Türk milliyetçiliği düşüncesi, hazin bir şekilde yargılanmış,
milliyetçi mefkûrenin kurum ve kuruluşları ile milliyetçi şahsiyetler, ağır
cezalarla cezalandırılmıştır. Yakın tarihimizde “1944 Tabutluk olayları” bu
kabildendir.
Bu zor dönem içindeki milliyetçi aydınlar, milliyetçi düşünce
sisteminin siyasi temsilciliğini de öne çıkarmış, önce; Cumhuriyetçi Köylü
Millet Partisi, akabinde Milliyetçi hareket Partisi adı altında siyasi mücadele
başlatılmıştır. Yakın tarihimizde, Milliyetçi düşünce sisteminin siyasi
temsilcileri etkin ve devlet hayatında etkili bir şekilde, bütün kurum ve
kuruluşlarda boy göstermişlerdir. Ancak, “milliyetsizlik” yani milliyetçi
düşünce karşıtları devletin güvenlik güçleri vasıtası ile milliyetçi düşünce
mensuplarının üzerine çullanmış ve kökleri üzerinde yaşama iradesi sergileyen
bir milletin dallarını ve budaklarını, 12 Eylül 1980 darbesi ile kırmışlardır.
Millet tarafından kabul görmüş, sosyolojik temelde yapılanmış
milliyetçi düşünceye karşı devlette baş gösteren düşmanca tavır,
emperyalist-küreselci tehdit unsurlarının desteği ile toplum mühendisliği
marifeti ile sürdürülmektedir. ANAVATAN PARTİSİ, ADALET VE KALKINMA PARTİSİ, bu
misyonu üstlenmek suretiyle, faydacı (pragmatik) bir anlayışla, toplumun değer
yargılarını dejenere edecek politikalarla milletin ve milli düşüncenin en büyük
karşı duruşunun temsilcisi hükmünde olmuşlardır.
Buna rağmen, milli bilinçlenmenin önüne geçilememektedir.
Uygulanan her türlü Bizans entrikalarının fayda etmediği anlaşılınca, küresel
unsurlar farklı bir yöntemle devreye girmişlerdir. Milli bilinçlenmeyi
etkisizleştirmek için, milliyetçiliğin temsil edildiği kurum ve kuruluşları
devreye sokmuşlardır. Servis ettikleri şahıs ve şahsiyetleri, popüler hale
getirecek medya pompalanması ile istediklerini yaptırmaktadırlar. Bir bakıma,
ülkede iktidarları yapılandırırken alternatif olabilecek siyasi yapılanmaları
da, kendi başlarına bırakmadan kontrollerine almaktadırlar. Görünen o ki, Türk
milliyetçiliği mücadelesinin son yirmi yıllık serencamında bu boyutta bir
yapılanma meyvesini veren çalışmalar içine düşürülmüştür. Acı olan ise kontrol
tamamen küresel tehdit unsurlarının elinde olduğu şeklinde bir görüntü vardır.
Zira milli düşünce sistemi, sahip olduğu nitelikli insan kaynağına rağmen hızla
geriye gidiş sürecinde eriyip giden bir görüntü sergilemektedir. Rahmetli
Muhsin Yazıcıoğlu ile başlayan süreç, bu gün daha vahim noktadadır. Milliyetçi
sistem içinde düşünen insanların içinde bulunduğumuz sürecinin iyi
yönetilmeyişi, parçalanmaların önüne geçilememiştir. Özellikle Milliyetçi
düşünceye mensup sivil toplum kuruluşları kendi aralarındaki koordinasyonu ve
irtibatı da kesmiş durumdadırlar.
Milliyetçi düşüncenin siyasal temsilcisi olan Milliyetçi
Hareket Partisi, kapsayıcı anlayışını terk etmesi, istişare ve teşkilat
yapısının, etkili çalışmasını sürdürmeyişi, yeni problemlerinde tarafı ve
kaynağı gibi algılanmaktadır.
Türk gençliğine, milli ülkülerinin benimsetilmesi hususunun
yapılandığı ocaklar, yani ülkü ocakları, etkin çalışmalarda uzak tutularak, bir
bakıma sistemin sahiplerine sempati sağlanmasına çalışılması, gençliğin
heyecanının sönmesini sağlamıştır.
Türk milliyetçiliğinin dinamik yapısı bir bakıma pasifleştirilmiş,
liberal ve küreselci anlayışın takdiri kazanılmıştır. Ancak, milli şuur
sahipleri ise içten içe bu durumun ülkücü kaynakların kuruması anlamı
taşıdığını ifade ederek, farklı sesler, milli terbiye geleneğinde olmadığı bir
biçimde aykırı sesler çıkarmaya başladılar. Farklı fikir beyan edenlerle
merkezde bu tavrı inşa edip yürütenler birbirlerine karşı kırıcı ve estetik
olmayan boyutlarda davranış sergiler oldular.
Teşkilatlarda yönetici olanlarla, teşkilat dışındakiler,
uluorta iddialarla, basit tezvirat ve karalama kampanyaları ile bütünü
parçalayan ikinci bir hamle yaşamak durumunda kalmışlardır. Bu durum,
milliyetçi düşünce mensuplarının diğer unsurlarla aynı kefede
değerlendirilebileceği bir iklim oluşturdu. En ağır olan durumda budur, zira
toplumun güven duyduğu ve varlığı devletin teminatı görülen milliyetçiler,
birbirleri ile kamuoyu önünde düellolarla basit isnat ve iddialara muhatap
olmaktadırlar.
Bu gün, ülkücü düşünce mensupları ve siyasi temsilcisi MHP’liler
için seçim sathı mahalline giren ülkemizde hazin bir durum var. Çünkü seçimlere
iddiasız bir şekilde girmek sureti ile bu camianın sükûti hayale uğramasını
sağlamışlardır. Sorgulanan soru şudur? Acaba ülkenin geleceğine dair hayatını
feda edecek ideal besleyen insanlar ülkeyi yönetebilecek bir lidere sahip
değiller mi? Bir başka deyişle, Türk milliyetçiliğini iddia edenler romantik
bir ruh halini mi yaşıyorlar?
Elbette öyle değildir. Bu ideali hayatı pahasına savunup
iddia edenler, onun jeopolitik ve jeo stratejik, sosyo politik, sosyo kültürel
ölçülerinin hayata geçirilmesi hususunda hem liyakat ve hem de
yetkinliktedirler. Ancak, küresel tehdit unsurları bu durumun farkında olarak
bu gün yaşadığımız problemlerle bizi oyalamaktadırlar. 12 Eylül operasyonu ile
başlayan açık niyetleri gün gibi açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Acı olan, birliğimizi dirliğimizi korumak üzere, irademizi
teslim ettiklerimiz, bu günkü siyasi iklimin onlara sağladığı avantajları
kullanarak, milletin ümidi olmaktan çıkarmayı sürdürmek üzere politikalar hayata
geçirmektedirler.
Müzakere etmek, müşavere etmek, akıl yürütmek, meşveret,
hakikat adalet ve liyakat gibi devleti devlet yapan temel esaslardan uzak
durmaktadırlar. Bu durum milletin umudunu kırmak yanında, karamsar bir yapının
egemen olmasını da sağlamaktadır.
Türk milliyetçiliği mensupları, karşı cepheler oluşturup,
acımasız yargılamalar ve karlamalarla birbirlerini kamuoyu önünde
yıpratmaktadırlar… Bu hal tamda düşmanın beklediği bir netice olmuştur.
Bu gün devletimizi idareye talip olan şahsiyetlerin, gerek
bilgileri, siyasi ve felsefi düşünceleri, entelektüel kapasiteleri ve yönetim
yetkinlikleri, ülkücü terbiye almış hiçbir kimseden ileri değildir. Belki
iddialı bir yargıdır ama işin aslıda budur. Ülkücü terbiyeden nasiplenmemiş ve
Türk milliyetçiliğine “hasmi” davranan insanlar karşısına, milliyetçi kimliği
ile bir şahsiyetin çıkarılması, mücadeleyi kazanması kadar, milliyetçiliğin
insana kazandırdığı şahsiyetin anlaşılması bakımından önem arz etmektedir.
Bu fırsatı değerlendirmeyenlerin, kokuşmuş sistemden medet
uman korkak, inançsız, özgüven mahrumu insanların gelecekte tarih önünde
yargılanacaklarından hiç şüphe olmayacaktır.
Bu gün, Türk milliyetçiliği davasını sinesinde yaşatmaya
çalışanlar, derin bir hüzün ve iki ucu kirli bir oyun ile karşı karşıyadırlar.
Bir tarafta, dava arkadaşları olarak bilinenlerin temsil yeteneğinden mahrum
tavırlarıyla, Türk milliyetçiliği davasını küçük düşürecek sığ ve süfli
kararlar alınmakta, diğer taraftan, gelen düşmanca taarruzlara tepkisiz
kalınmış olması, Milliyetçileri mücadele ruhunu öldürmektedir.
Bu durumdan kurtulabilme gayreti gerekmektedir. Yani, bir
yerden başlamaları gerektiğinde, önce karargâhta karar verenlerden başlamak
gerekir, daha sonrada, durumu fırsat bilip hayâsız taarruz yapanlara karşı
soylu bir duruş sergilemek gerekmektedir.
Öncelikle, doğru bir hamle yapabilmek için milliyetçiliğin
karargâhının güven duyulacak, adil, âlim ve arif ülkücülerin eline geçmesi
gerekir. Sonrası meşveretle bütün meseleler çözülür. Kavgasız, kırgınlık
olmadan ve gönülleri fethederek, kabul edilir bir sistem bütünlüğünü ortaya
koymak sureti ile çalışmaya yeniden başlamak gerekir…
İman varsa imkânda vardır. İman ile korkunun aynı sinede
olmayacağını var sayarsak, korku ile bu dava içinde olanların, imani durumunda
sıkıntı olduğunu düşünmek gerekir.
Tarihten ibretlik bir ders alınacak ise, Ebu Müslim
Horasaninin Şu veciz sözü ne kadar anlamlıdır; “ Onlar, zarar vermediklerinden
emin olduklarını dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlanmak
ve kazanmak içinde, düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost
olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman saffında birleşince,
yıkılmaları mukadder oldu.” Yine Ebu Müslim Horasaninin tarihi bir sözü ibret
alınacak niteliktedir; “sakın ola ki, beni terk etmez diye dostlarınızı
örselemeyin. Ötelenen, öteki olur, karşı tarafa geçer, sizi unutur.
Yeryüzünde fesadın ortadan kaldırılması için, “i’layı
kelimetüllahın” yeryüzünde hâkim kılınması ideali olan, Türk İslam Ülküsü,
iddiasının yeni bir medeniyetin oluşmasında bu ideal sahiplerini yolundan
alıkoymaya çalışanların bilmesi gerekli bir hakikat vardır. Dünya bu kadar
haksızlığı taşıyacak kadar sabırlı ve metanetli değildir.
Türk milleti; ila
nihayet, birliğini tesis edecektir. Büyük Türk İlhanlığı, ya da, Büyük Turan
devleti vasıtası ile Türk İslam medeniyetini inşa edecektir. Ama er, ama geç, bu ideal hayat bulacaktır. Ne
var ki, bu ideali “iddiasızlaştırmak” görüntüsünü fark edemeyenler tarihi
sorumluluklarını bilmelidirler. Kendisini Milliyetçiliğin temsil makamında
zannedenler durumlarını bir daha gözden geçirmelidirler.
YORUMLAR