Savaş denilince, insanın zihninde ürperti, endişe, yokluk, zulüm, sefalet, ayrılık ve acı gelmektedir. Tarihin her döneminde, bu karanlı...
Savaş denilince, insanın zihninde ürperti, endişe,
yokluk, zulüm, sefalet, ayrılık ve acı gelmektedir. Tarihin her döneminde, bu
karanlık tabloyu yaşayan insanlık, kendi tarihini yazarken, adeta savaşların
tarihini yazmaktadır.
Dün böyle idi, bu günde öyle, yarında öyle olacağa
işaretler var…
İnsanlığın
ufkunda, barış görünmüyor… Çünkü ülkeleri yönetmeye talip olanların bir elinden
savaş baltaları hiç eksik olmadığını görebiliyoruz.
İletişim ve
bilişim alanındaki gelişmeler ile barış ve uzlaşma siyasetleri geliştirmek,
oldukça sempatik ve kolay savaşmak için uzlaşmazlık ve silah teknolojisine
yönelmek, hem maliyetli hem de çok zor bir yol ve kötü bir tercihtir. Bu husus
hemen her devirde, her medeniyet mensuplarında ve her milletin yaşadığı bir
realitedir.
Milletler, ya etken veya edilgen konumdadırlar. Acı
bilançolarını istatistik değer olarak tarihe de kayıt düşmekten kaçınmıyorlar.
Zarar gören yegâne unsur, insan ve onun emek mahsulü olan değerleri olmaktadır.
Peki, insanlar niçin savaşıyor?
Savaşın acı bilançosu, kazananı da kaybedeni de
olumsuz etkilemiyor mu?
Elbette…
Buna rağmen, niçin savaşmaktayız?
Fizikte, illiyet prensibi vardır, yani etki-tepki
kanunu… Nasıl ki, bir cismin hareketi diğer bir cismin etkisi ile olabilmekte
ise, savaşların sebepleri ve sonuçları itibarı ile etkileyen ve etkilenenlerin
fiili durumu olarak algılanmalıdır.
O halde bütün insanlık tarihinde yaşanan savaşların
etkileyeni ve etkilenenleri kimlerdir? Hangi sebeple savaşmak istemektedirler?
Ya da savaşı hayatın gereği gibi gören anlayışın tarafları kimler olmuştur?
Bu sorulara doğru cevap bulmak için iddia sahipleri ve
iddialarının gerekçelerini bilmek gerekir. İbrani oğulları, yeryüzünün en eski
kavimlerinden biri olarak bilinmektedir. Bundan ötürü ilk olarak ibrani
oğullarının bu konudaki durumunu görmek gerekir.
“VE ŞIMDI GÖZLERINI KALDIR VE BULUNDUĞUN YERDEN ŞIMALE(KUZEYE)
VE CENUBA (GÜNEYE) BAK VE ŞARKA(DOĞU) VE GARBA(BATI) BAK. ÇÜNKÜ GÖRMEKTE
OLDUĞUN BÜTÜN MEMLEKETI SANA VE EBEDIYEN SENIN ZÜRRIYETINE(SOYUNA) VERECEĞIM”
(TEVRAT: TEKVIN 13.14-15)
Bu tebliği, inanç olarak zihinlerine kodlayan
Yahudiler, dünyayı, Allah’ın onlara ikramı, aynı zamanda bir müktesebatı
şeklinde düşünürler. Onu elde edebilmenin, Allah’ın emrinin gereği olduğunu
düşünürler. Onun için cürüm işlemekten kaçınmazlar. Çünkü aksi durumu, Allah’ın
emrinin yerine gelmeyeceğine inanırlar. Dolaysıyla bu gün küresel güçlerin
ortaya koyduğu egemenlik savaşı, “dünya hükümeti yoluyla dünya hâkimiyeti”
tezi, bir Yahudi tezi ve teorisidir.
Siyonizm ideali üç temel unsur üzerine kurulmuştur.
İlki, Yahudilerin kutsal siyon vadisine toplanmak, yani bu günkü Filistin
topraklarında toplanmak, ikincisi, Kenan diyarına hâkim olup orayı tekrar yurt
edinmek, bu gün Mezopotamya denilen ve Kapadokya’yı da içine alan bölgede, üçüncüsü
ise arz-ı mevut yani yeryüzünün tamamına hâkim olmaktır.
MİKA 4/2-3
“GELIN VE RABBIN DAĞINA VE YAKUBUN ALLAH'ININ EVINE
ÇIKALIM; KENDI YOLLARINI BIZE ÖĞRETECEK VE ONUN YOLLARINDA YÜRÜYECEĞIZ. ÇÜNKÜ
ŞERIAT SIYON'DAN VE RABBIN SÖZÜ YERUŞALIM'DEN ÇIKACAK VE ÇOK KAVIMLER ARASINDA
HÜKMEDECEK...”
bu ilahi emir olarak görülen mesaj, aynı zamanda
stratejik hedef belirlemek konusunda, ibrani oğullarının bir projeksiyonu
hükmündedir.
jeostratejik
bir üstünlük sağladığı bu günkü israil coğrafyasında, her gün genişlemekte, her
gün yeni mevziler kazanmaktadır. Tahrif edilmiş Tevrat’ın emirlerini Adım adım
yerine getirmekte olduklarını göstermektedir. Sahip oldukları üstünlüklerini, sindirmek
üzere, baskı, tehdit ve ölümle neticelenen çok ağır yöntemlerle uygulamaya
sokmaktadırlar. Dünya finansının büyük bir ekseriyetini yönetmekte olan
Yahudiler, ellerindeki gücü İsrail’deki olup bitenleri dünyaya farklı bir
şekilde sunmaktadır. Özellikle basın ve medya tamamen Yahudilerin
kontrollerinde olması, işlerini daha da kolaylaştırmaktadır.
Buna
karşılık, bölgedeki Arap ve Müslüman ülkeler, dolaylı ve direkt olarak
etkilenmelerine rağmen, devlet yapılarında, hala aşiret, kabile, mezhep ve
etnik unsurların çözüme kavuşturulmaması, Yahudilerin işlerini
kolaylaştırmaktadır. Demokratik devlet anlayışından uzak yönetimler,
içişlerindeki kargaşalarla boğuşurken, İsrail, nüfuz ve nüfus etkinliği
yanında, coğrafi üstünlüğünü de pekiştirmişlerdir.
Modern
devlet anlayışını kabul ederek benimsemiş Türkiye Cumhuriyeti devleti dahi,
“Marmara yolcu gemisi baskını “ile İsrail devletine angajman(bağlantı)
kurallarını dahi uygulayamamış, basına hamaset açıklamaları ile durumu
geçiştirmeye çalışmıştır. Bu durum dahi, İsrail’in etki gücünün ve bölgede
üstünlüğünü göstermektedir. Ya da, Türkiye Cumhuriyeti devleti ile örtülü bir
anlaşma mevcudiyeti söz konusudur.
Yine İran İslam Cumhuriyeti, bölge ülkeleri
arasında, gücü kabul edilmesine karşı, açıktan gazel okurcasına beyanat vermesi,
beyanat verme dışında caydırıcı bir pozisyona sahip olmadığı görülüyor.
Görülüyor
ki, Yahudi yayılmacı politikaları, her gün bir adım ileri giderek, Arz-ı mevut
idealinin hayat bulacağı bir rotaya girmiştir. Ancak bu durum ne kadar sürer?
Bilemiyoruz.
Bilinen
o ki, Yahudilerin bu bölgedeki mukadder akıbetleri, M.Ö. 722 de Babil kralının
verdiği hüküm gibi bir hükümle karşılaşmalarının kaçınılmaz olduğudur.
Yaşadıkları coğrafyalarda, sürdürdükleri hâkimiyet politikaları sebebiyle,
siyasi sicilleri iyi değildir. Belki de hiçbir coğrafyada barınabilme imkânı
bulamayıp, korunamayacakları bir atmosferin, Yahudi topluluğunu dünya üzerinde
tamamen ortadan kaldırabileceği ön görüsü kuvvetle muhtemeldir.
YORUMLAR