Tarih boyunca, milletler mücadelesinde din olgusunun varlığı önemli bir motivasyon kaynağı aynı zamanda itici gücü olmuştur. Günümüzde, ye...
Tarih boyunca, milletler
mücadelesinde din olgusunun varlığı önemli bir motivasyon kaynağı aynı zamanda
itici gücü olmuştur. Günümüzde, yeni nesil milletler mücadelesinde de bunu
görmemiz mümkündür.
Birleşik Hristiyan gücü hükmünde
oluşan “haçlı” ordularının oluşması bu sebepledir. Bu gücü, zaman zaman
kiliseler kanalıyla kendi dini mensubiyeti olanlara moral kaynağı olarak gösteriliyor
olması da bundandır.
Bu durumu gerekçe gösterenler,
varlıklarını koruyabilmek ve temel insan hakkı olan “güvenlik hakkının” ihlal
edilmesi ve özellikle oryantalistlerin tuzağına düşenler, haç-hilal kavgasının
fitilini yakmak istemektedirler. Yani haçlı zihniyetinin saldırganlığını meşru
göstermek üzere, karşı dinlerin tahrik edilmesi de görülür. Bir bakıma
insanlığın savaş gerekçesinin asıl öznesi dinler olduğu gibi bir görüntü de
vardır.
Üçüncü milenyumda Vatikan’ın
dünyayı Hristiyanlaştırmak üzere, Asya ve Afrika’daki savaş organizasyonları
’da iddiamızı kanıtlar niteliktedir. Buna mukabil, diğer dinlerin savunma
pozisyonunda karşı organizasyonu, savaşın kaçınılmazlığını sağlamaktadır. Hatta
savaşma iradesi göstermeyen bazı bölgelerde, “beşinci kol” faaliyetleri ile
içerde bazı karşı eylem niteliğinde organizasyonlarla müdahale ortamını da
yarattığı gözlenebilmektedir.
İletişim ve ulaşım teknolojisinin
dünyayı büyük bir köy haline getirmesi, sosyal ve kültürel farklılıklar
yanında, inançlarında karşı karşıya
gelmesini sağlamıştır? Bu durum aynı zamanda, din ve inançların, birbirlerinin
sahalarında varlık göstermiş, insanları inanç tercihine zorlamıştır. Doğal
olarak, insanları kendi dinlerine davet etmek ve taraftar kazanmak
istemektedirler.
Dinlerin en etkili daveti ve
tebliği, mensup olduğu dini, temsil edilebilmesidir. Onu sosyal yaşantısının
her yerinde hissettirebilmesidir. Tebliğ yöntemi, inandığı dini samimi olarak
yaşamak sureti ile temsil edebilmesidir. Yani samimi olarak yaşamına egemen
kılmasıdır.
İnsanlık tarihi boyunca, dinlerin
taraftar bulması ve yaygınlık göstermesi, tebliğ ve davet ile mümkün olduğu
gözlenmiştir.
Son din olarak kabul edilen İslam
dini (ki, ben buna iman ederim)ise bu hususu, esas kabul eder.
Dinlerin varlığını sürdürmesi de
buna bağlıdır, dinde kemiyet ve keyfiyetin devamı da buna bağlıdır. Bu açıdan
bakıldığında, dinler, sosyal hayatta, taraftar kazanmak üzere, çatışma alanı
olarak gözlemlenir.
Bu çatışma alanı, fiili savaş
yanında, psikolojik ve kültürel savaş yöntemi ile de olabilmektedir.
Günümüzde Müslümanların yaşadığı
ülkeler ve coğrafyalarda, sürekli terörün yaygın olarak bulunması, İslam’ın
orijininden mi kaynaklanmaktadır, yoksa İslam dışı inanç ve düşüne akımlarının
İslam’a karşı düşmanlığın bir tezahürü müdür? Ya da, İslam’ın özünün insan
yaratılışına uygun bir ahlaki yapıyı ifade ediyor olmasından ötürü insanlar
tarafından tercih edilmeleri, diğer dinlerin İslam düşünesine karşı yeni nesil
savaş stratejisinin bir parçası mıdır? Daha önemlisi, Müslümanlar neden kolayca
terör ize edilebilmektedirler? Bunların cevabının verilmesi gerekmektedir.
İnanç sistemlerinin dünya
egemenliğini hedeflemesi, doğal olarak çatışmayı da beraberinde getirmiştir.
İslam’ın diyalektiği ve estetiği bakımından karşı düşüncenin yayılmasına imkân
vermeyen bir temele mi sahiptir? Yani, İslam’ı kuran ve sünnetten tanıyanlar,
istisnalar dışında, dinlerini terk etmemekte midirler?
Bunlara doğru tespitlerle cevap
verildiğinde, eminim İslam’ın davet metodu ve İslam ülkelerinde yaygınlık
göstermiş bulunan terörizminde, gerekçeleri anlaşılmış olacaktır.
Müslümanlar, insanlığın medeniyet
oluşturduğu coğrafyalarda ve bütün dinlerin vücut bulduğu alanlarda
yaşmaktadırlar. Bu durum, doğal bir ihtilaflar yumağı şeklinde iç içedirler.
Aynı zamanda, İslam dinine mensubiyeti ile bilinen, mezhep, meşrep ve
tarikatlarda, kendi içlerinde iç muhalefet ve mücadele alanını temsil
etmektedirler.
Böyle olunca da İslam
davetçilerinin, temiz ve güvenilir, iyimser, estetik, dürüst, sempatik, entelektüel
ve sosyal iletişim bakımından üstün becerilere sahip olmalıdırlar. Üstelik
örnek alabilecekleri yüce bir peygambere sahiptirler…
Özel bir metodun teorisinden
bahsedileceği zaman, her kes çocuğunu, kur ani kerimde,”Ahseni takvim” yani güzel
yaratılışı ifade eden davranış ve değerleri ile yetiştirmek olmalıdır. O halde
insanlığa ait geliştirmiş değerlerin kişiliğimizi oluşturduğunu herkesin
görebilmesi için, öğrenilmiş ve kalıcı davranış haline getirmeliyiz. Her kesin
bizden emin olacağı güvenilir bir şahsiyet, fedakar, yardımseverlik, insan sevgisi,
hayvan sevgisi, tabiat sevgisini, alçak gönüllülükle, hayatımızın süsü haline
getirmeliyiz. Böyle bir iklimde zorluk ve zorbalık bitmeyeceğini biliyoruz.
Peki, üzerinde yaşadığımız dünya da,
güllük gülistanlık bir anlayışı mı var?
Elbette hayır…
Öyle ise, Müslüman aynı zamanda
cesur, kararlı, sabırlı azamet ve azimeti de hayatında bulundurmalıdır. Kimseye
bir şey anlatmadan, davranış ve tavırlarıyla herkesin kendisine gıpta eder hale
gelmelidir. Müslümanın, hayata dair temel stratejisi, kendisini kâmil bir insan
olmaya adamak olmalıdır…
Nasılsa onu bu noktaya getiren
değerler manzumesi,islamın diylektiği ve estetiği olduğu anlaşılacaktır. Gören
göz, hisseden yürek ve vicdan mecrasını değiştirip, sıratı müstakime girmek
iradesini rızasıyla icra edecektir.Seyit Ahmet Arvasi'nin dediği gibi, "İslamı kurtarmaya çalışmayalım, İslam ile kurtulmaya bakalım..."
İslamı bu gün tebliğ edenler,
mevcut fiili durumla temsil ederler ise, İslam medeniyeti, yaşayan
medeniyetlerin mağlubu olmaktan kurtulamaz… Zira medeniyet hayat tarzıdır. O
halde hepimiz gönül seferberliği ile İslam'ın belirlediği hayat tarzını temsil
ederek, İslam’ı yeniden tebliği edelim…Çünkü insanlığın İslamiyete ihtiyacı var...
YORUMLAR