Cemaatleşme konusu, hemen her kesi tedirgin etmesine rağmen, engellenemiyor… Çünkü kurumsal bir hüviyete bürünmüşler… Anayasal hak ola...
Cemaatleşme konusu, hemen her
kesi tedirgin etmesine rağmen, engellenemiyor… Çünkü kurumsal bir hüviyete
bürünmüşler…
Anayasal hak olarak, dernekler
yasasına veya vakıflar genel müdürlüğünün mevzuatına uygun kurulmuşlardır. Yani
devletin, kanunla vatandaşlarına tanıdığı haklarını kullanma kapsamında
varlıklarını korumaktadırlar. Bu durum, sınırlı bir denetime bağlı olmalarından,
faaliyetleri sadece şeklen denetlenebilmektedir. Sivil toplum kuruluşu hükmünde
olmaları ise onların demokratik hakları olarak görülmektedir. İşleyişleri,
dernekler ve vakıfların kuruluş amaçların uygun olduğu için, beyan ettikleri
tüzüklerinin gereğine uygun işlem görebilmektedirler. Bu duruma göre
cemaatlerin değerlendirilmesinde, herhangi bir hukuki problem görülmemektedir.
Ancak kendilerini yasa karşısında ifade ederken, farklı bir ad ve unvan ile
sunmaktadırlar, millete ise farklı isimlerle sunmaktadırlar. Asıl problem
burada baş göstermektedir.
Cemaatler niçin iki kimlikle
piyasada varlıklarını göstermek durumundadırlar? Bunun anlaşılması devletimiz
için çok önemlidir.
15 Temmuz gibi bir kalkışmanın
olmaması, devletin ve milletin imkânları ile alınmış silahlar ve devletin
imkânları ile eğitilmiş şahıslarla, milletin can ve mal güvenliğine taarruz
edilmemesi hayati önem taşımaktadır.
Toplum hayatında cemaatleşmenin
karşılık bulmasının sebepleri de çok önemlidir.
Bunlardan en önemlisi, toplumun
manevi eğilimlerinin devlet tarafından göz ardı edildiği iddiasıdır. Devletin
dine müdahale ettiği iddiasıdır. Batı dünyasının (Küresel tehdit unsurları)
milletimiz ve vatanımız üzerindeki emellerini tahakkuk edebilmesi için
oryantalistlerin dini kendi amaçları doğrultusunda manüple etmesi ve
propagandası neticesi iddiasıdır. İçeride, din dışı oluşumların (misyonerlerin)mevcudiyeti iddiasıdır. Bu
iddiaların varlığı yanında, “İslam elden gidiyor” gibi panik üreten baskın bir
propagandayı da eklersek, cemaatleşmenin
karşılık bulabileceği bir sosyal iklim kendiliğinden oluşabiliyor.
Aynı zamanda bu oluşumların varlığın
prim veren pragmatik (faydacı) anlayıştaki siyasetlerin varlığı, mümbit bir
zemin hazırlamaktadır.
İslam dininin özüne tezat teşkil
eden “muhafazakârlık”, cemaatlerin kendilerini siyasette temsil edebilecekleri
uygun zeminler olmuştur. Yaklaşık yetmiş kusur yıldır, İslam referanslı
siyasilerin ülke yönetiminde ve kaderine etki ettikleri aynı zamanda,
cemaatlerle iç içe olduklarını hepimiz biliriz ve kabul ederiz. Ne gariptir ki,
bütün muhafazakârlar, liberal ve dünyeviliği yani sekülerizmi esas alan bir
siyaseti İslam adına tahakkuk etmişlerdir. Hiçbir cemaatten de tepki almamışlardır.
Nitekim sistem içinde nüfuz elde edebilmek, cemat-siyaset aynı eksende
olmalarını gerektiriyor. Muhafazakar-liberal siyaset anlayış, cemaatlerden,
cemaatlerde liberal –sağ siyasetten beslenmektedirler.,.
Duyarlılıkla meseleyi ele
aldığımızda, görebilmekteyiz ki, öne çıkan en önemli vakıa, cemaatlerin dış
bağlantıları olmasıdır. Dış bağlantıları vasıtasıyla uluslararası siyasi
platformlarda kendilerine destek bulabilmektedirler. Bu hususta birçok örnek
vermek mümkündür. Feto ve Cemalettin Kaplan örneği sadece görünenlerdir.
“Alexander paşalılar,” “Salamon efendilerin” ve diğerlerinin uluslararası
bağlantıları devletin güvenlik birimleri tarafından da bilinmektedir. Finans ve
işleyişlerinin organizasyonlarına kadar, Muhtelif ülkelerde bulunan beyin
takımları, dış istihbarat unsurlarıyla koordinasyon içindedirler.
Gelinen noktada, cemaatlerin
devlet hayatında finale yaklaştığını söylemek mümkündür. Zira cemaatler arası
mücadelede, bir cemaatin ekarte edilmesi neticesinde, boşalan etki alanlarına,
diğer cemaatler, akbabalar gibi üşüşmektedirler. Elbette bağlantılı oldukları
dış unsurlarla birlikte… Devlet bütün enerjisini Feto terör örgütüne hasretmiş
iken, diğerleri mevzi kazanmaktadırlar… Milli bir duruşunu temsil eden siyasi
bir kadronun mevut olmayışı, devletin geleceğinin cemaatlerin sergiledikleri
performansa göre bir final ile sonuçlanacağına işaret etmektedir. Umarım Milli
bir politikanın takip edilmesinde, geç kalınmamış olsun.
Lawrensler ile ortak emeli
olanlar, hiçbir zaman Türk devletinin yakasını bırakmadılar, bırakmaya da
niyetleri yoktur.
Batı dünyası, uzayda yeni yaşam
alanlarını keşfetme ile meşgul olduğu bu zamanda, dünyanın üçte biri üzerinde
ve en zengin ve verimli alanlarında yaşayan Türk milleti, hala kabilecilik,
etnik nifak, cemaatleşme, mezhep ve meşrep taarruzlarıyla uğramaktadır.
Türk milleti, var oldukça
düşmanları olacaktır. Türk devletinin ve
Türk milletinin ikbalini ve istikbalini teminat altına almak için ve iç barışın
sağlanması için, bütün fitne unsurlarını safra temizler gibi temizlemekten
başka çare kalmamıştır. Çünkü mevut
cemaatleşme ve etnik fitne, milletin ve devletin varlığını tehdit etmektedir.

YORUMLAR