Milletimizin, geçmişten bugüne olgunlaştırarak, ulaştırdığı en anlamlı özlü sözler, vat...
Milletimizin,
geçmişten bugüne olgunlaştırarak, ulaştırdığı en anlamlı özlü sözler, vatan
üzerinedir. Şüphesiz bunda, vatan kavramına yüklediğimiz anlamın etkisi büyüktür.
Bizim vatan anlayışımız, devlet geleneğimizde “kutsallarımız” arasındadır.
Binlerce yıllık devlet geleneğimizin yaşatılmasında, devletin korunması,
vatanın korunması ile eş değer olarak algılanmıştır. Devlet kurulurken,
üzerinde yaşanılacak coğrafya, vatan olarak ifade edilir ve öylece; toprak
parçası olmaktan çıkar, “coğrafyadan vatana” iradesi gelişir. Milli tarihimizde
nakledilen şu anlamlı olay vatana bakışımızı pekâlâ açıklar niteliktedir.
Çinliler; Türk Hakanından, sınırlarına yakın bir çorak toprak parçasını kendilerine
vermek üzere, elçi ile Çin devletinin talebini iletirler. Hakan cevaben;
kılcımı istesinler verebilirim, atımı istesinler verebilirim hatta evdeşimi de
verebilirim ancak, vatan toprağından bir karış bile veremem. Zira kılıcım da,
atım da, evdeşim de benimdir. Vatan toprağı ise bütün milletimindir. Bir
milletin ideallerini beklenti ve umutlarını üzerinde yeşertip büyüteceği yerin
adı vatandır…
Milliyetçilik
fikri, küresel tehdide rağmen, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de yükselen
değerler arasında en başta gelmektedir. Doğal olarak milli şuur çerçevesinde
vatanı ve vatan kavramının nasıl algılanması gerektiğini yeniden yorumlamak
doğru olur kanaatimce…
Dünyada
varlığını millet olarak devam ettirmek isteyen bütün sosyal topluluklar, bilmelidirler
ki, sınırdaş olmasalar bile, diğer milletlerin var olduğu bir dünyada yaşanmaktadır.
Öyle ise farklı milliyete mensup insanların farklı coğrafyalarda ve farklı
milli sınırlarda yaşaması, bu günkü dünyada bir vakıadır. Bu karmaşık gibi
görünen durumu da kapsayacak bir vatan tanımını yapmak gerekmektedir. Zaten
“kapsayıcı milliyetçilik” anlayışı içinde, üzerinde yaşadığı ve egemenliğimizi
ilan ettiğimiz coğrafya’yı sevgi ve koruma geliştirme anlayışı içinde ele almak
zorunluluğumuz olmalıdır.
Vatan,
bir coğrafyayı ifade etse bile, esasında orada var olan yer üstü ve yeraltı
kaynakları, o coğrafyada yaşayan insanların hayal ve hatıraları, ümitleri,
beklentileridir. Ve değer olarak meydana getirdikleri kazanımların bütünü, o toprağa
şekil verir, ruh verir. Artık, insan- toprak yoğrulması ve özdeşleşmesi vücut
bulur. Bir hayat tarzı olarak ifade edebileceğimiz medeniyet unsurları yeşerir.
Tarih, kültür, dil, din, yaşantı yoluyla kazandığımız gelenek görenek, yüksek
idealler (ülküler) iktisadi gelişmeler, giyim –kuşamdan, yeme-içmeye, doğumdan ölüme
kadar var sayabileceğimiz bütün davranışlarımız oluşur. Ve adı vatan olur…
Vatanımıza
özgü bitkilerimiz olur. Buram buram kokan çiçekler, bin bir derde şifa
bitkiler… Karakter ve kaderimiz şekillenir vatanımızda… Bizim aşımız ekmeğimiz,
alınterimize karışır, hamurumuz yoğrulur, boy boy başak verir hasatlarımız,
destanlaşır hayat ve hatıralarımız. Ana şefkati görürürüz, baba hamiliği…
Uğruna can verir, can alırız... Gece sınırlarında nöbet beklediğimiz, hemde göz
kırpmadan beklediğimiz…
Vatan bizim
geçmiş ile gelecek arasındaki bütün bağlarımızı ve belgelerimizi açık- gizli
hafızasında tutan yerlerdir. Mezarlarımızı vefa işareti olarak muhafaza eder…
Diktiğimiz ağaçların dalını yaprağını meyvesini hep nesilden nesile aktarır…
Bütünü ile
bizim aidiyetimizde olan coğrafyanın ruhu var, duyguları var, elem ve
ıstırapları var, sevinç ve kederleri var. O canlı bir organizma gibidir.
Düşünür, büyür, olgunlaşır. Bakarsak o da bize batkımız gibi bakar… Korursak
oda bizi kollar ve korur. Bizim iffetimizdir, haremimizdir. Başkalarına
mahremiyet vardır. Vatan mahremiyeti kaybedildiğinde, egemenliğimiz izale
edilerek “yolgeçen hanına döner”…
Vatan
var olmadan, egemenlik hakkı, “temel insan hakkı” diye bir şeyimiz olabilir mi?
Elbette olmaz. Kendi vatanımızda esenlik içinde yaşamayı ancak ona hakkıyla
sahiplik etmemizle mümkün olunacağını düşünmek gerekir. Varlığını kabul
ettirebilmen için üzerinde sağlam bir duruş içinde olabileceğin bir “korunağın”
olması gibidir vatan… Sen onu, o seni korumalı…
Üzerinde
yaşadığımız dünyada muhtelif medeniyetlere tabi milletler var onların
medeniyetleri ve medeni anlayışları, hayat tarzı olarak karşımızda durmaktadır.
Bu hayat tarzı içinde nerede yaşanırsa yaşansın dünyayı kendi mülkleri olarak gören
bir “küreselci-emperyalist” güçler ile onlara direnen “milli- manevi” değerlere
bağlı milletler var. Küresel tehdidin hedefi haline gelmiş, “İslam medeniyeti”
ve bu medeniyeti yıkık- dökük bir enkaz içinden yeniden inkişafa çalışan Türk
milleti vatan kavramını nasıl anlamalı ve nasıl anlatmalı? Bu çok önemli bir
sorudur. Eğer bunu doğru anlar ve doğru algılarsak; iktisadi, siyasi kültürel
ve uluslar arası ilişkilerimizde, ne yapacağımızı bilir, kendimize hedef tayin
edebiliriz. Yoksa “dümensiz bir gemi” gibi rüzgârların sürükleyeceği mecralara
doğru bilinmezlere gider dururuz.
Rahmetli
Ahmet AĞAOĞLU, “üç medeniyet” adlı medeniyetlerin analizini yapan eser
yazmıştır. Eser Osmanlıca yazıldığı için, belki münevverlerimizin elinde
yoktur. Bu eserde; dünyada üç medeniyetin varlığından bahseder. Batı
medeniyeti, bunu galip medeniyet olarak da ifade etmektedir. Brahma- Buda
medeniyeti ve İslam medeniyeti… Bu medeniyetlerin mensubu olan milletlerden ve
onların hayat tarzlarından bahsetmektedir. İşte bizim mensup olduğumuz medeniyet,
yani insanlığa varlığını kabul ettirmiş medeniyetin yeniden “neşvu neva”
bulması için vatan anlayışımız…
Bizim
vatanımız, üç merhalede düşünülmelidir. Birinci merhale, üzerinde yaşadığımız
fiili vatanımızdır. İkinci merhale milli vatanımızdır, yani milliyet ve milli
mensubiyetimizi temsil eden soydaşlarımızın üzerinde yaşadığı vatandır. Üçüncü
merhale ise dini vatanımız, yani dindaşlarımızın üzerinde yaşadıkları vatandır.
Burada iç içe üç daire düşünelim. O dairenin merkezinde kendinizi var sayın.
Sizi çevreleyen en yakın daire sizin içinde yaşantınızı, evinizi barkınızı, hayal
ve hatıratınızı, geçmiş ile geleceğinizi fiilen yaşadığınız evinizin barkınızın
ve evladı ayalinizin olduğu yerdir FİİLİ VATAN… Aynı soy, aynı tarih aynı kök,
aynı nesep ve seciye aynı kültürü paylaştığımız, sevinç ve tasada aynı,
tepkileri gösteren ve adına millet dediğimiz büyük ailenin üzerinde yaşadığı
vatan, MİLLİ VATANIMIZDIR. Ve aynı dini paylaştığımız milletlerin üzerinde
yaşadığı coğrafyalarda DİNİ VATANIMIZDIR.
Din;
varlığımızın ne anlama geldiği, nasıl yaşamamız gerektiği, ilahi emirlerin
bütünüdür… Doğal olarak vatan kavramının da anlam itibariyle,”taçlandığı”
hususları muhtevasında bulundurur. Yani hiçbir ideolog, hiçbir sosyolog ve
hiçbir felsefecinin vatan hakkında dinden daha ileri bir düşüncesi olamaz. O
zaman vatan kavramını din eksenli düşünmek zorunluluğu vardır.
Dini
hükümlerde başvuracağımız kaynak; Allah ve sevgili Resulünün emir ve nehiyleri,
yani yapılmasını istedikleri ile yasakladıkları emirleri olmalıdır. Vatan
hakkındaki Efendimiz (S.A.S) in;”Vatan sevgisi imandandır”.(HUBBULVATAN MİNEL
İMAN) Hadisi şeriflerinden de anlaşılacağı üzere, gerçek Müslüman, iman sahibi
yani, kalp ile tasdik ve dil ile ikrar edecek bir inanca sahip kişidir.
Dolayısıyla vatanımızı sevdiğimizi ifade ettiğimiz gibi onun sevgisini imandan
bir “umde” olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Vatanımıza gelebilecek en ufak
bir kötülüğe karşı, mümkünse fiilen müdahil olmak, değilse lâfzen, yani söz ile
müdahil olmak, eğer onu da yapmak mümkün değilse buğz etmemiz gerekir. Bu da
imanın en alt mertebesi olur.
Biz
vatan anlayışımızın gereği, milli ve dini vatanımızı da, fiili vatanımızı
koruyup kolladığımız gibi koruyup kollayacak hassasiyete sahip olmalıyız. Milli
ve dini vatanlarımızın uğradığı herhangi bir tecavüze tepkisiz kalamayız, zira
bir adım sonrası fiili vatanımıza, misli uygulamalar yapılacağını beklememiz
mukadder olur.
Şimdi Müslüman Türk evladı, sahip
olduğu vatanın sınırlarını hayal etsin ve onu bekleyen sorumluluk duygusunu bir
kere daha düşünsün. Irak’ta her gün ölen Müslüman çocuk onun vatanında
ölmektedir. Bosna’da katledilen her kardeşimiz, bizim vatanımızda katledildi… Afganistan
da ve ezanın okunduğu, hilalin semalarında dalgalandığı her yer yerde uçan
kuşun sorumluluğu senindir… Kafkasya’da çoluk çocuk demeden katledilen her
insan, senin öz kardeşin, yaralı her yürek senin yüreğindir… Çünkü senin
vatanındır.
Sahip
olduğun vatan topraklarının, konumu itibari ile de, yeraltı ve yer üstü
zenginlikleri itibariyle de, en zengin ve en mümbit coğrafyalardır. Bize düşen
iş, bu coğrafyaların sınırları farklıda olsa, aynı yüksek gayeleri (Ülküleri)
taşıyan bir ruh geliştirmektir. İster; Gaspıralı İsmail beyin dediği gibi,
“Dilde, Fikirde İşte birlik” isterse Büyük Türk İlhanlığı İsterse, Turan
Devleti olsun; Türklük Bedenimiz, İslamiyet Ruhumuz olacağı yeni ufuklara yol
almalıyız…

YORUMLAR