Hrant Dink’in öldürülmesine çok üzüldüm. Öldürülmemeliydi. Onu öldürenlerin ve öldürtenlerin suçu ne kadar ağ...
Hrant Dink’in
öldürülmesine çok üzüldüm. Öldürülmemeliydi. Onu öldürenlerin ve öldürtenlerin
suçu ne kadar ağır ise, onu ölüme götüren olaylardaki tahrikçiler ve ölümünden
sonra bunu fırsat bilerek “Türk milletine düşmanlıklarını kusmaya” gerekçe
sayarak, “Türk milliyetçiliği”ni suçlu ilan edenlerde en az o kadar
suçludurlar.
Hayat
hikâyesini, basından ajite ederek aktardıkları Dink; etnik köken olarak Ermeni
azınlığına mensup bir vatandaştır. Hayatı boyunca da Marksistlerle beraberliği
olmuştur. Düşünce eğilimindeki insanların ifadeleri bu doğrultuda olmuştur. Ve
millet devlet bütünlüğüne dair bir kalem oynattığını da bilemiyoruz. Ermeni “diasporası” ile irtibat derecesi
gelecekte ortaya konacaktır sanıyorum. Genel yayın yönetmeni olduğu “AGOS”
gazetesinin de milli bütünlüğümüze dair bir faaliyette bulunduğunu sanmıyorum.
Azınlık psikolojisi içerisinde kendi cemaatlerinin öncelikli taleplerinin
korunabilmesi için bazen açıktan bazen de imaen mücadele vermekte idi. Bu hali
de doğal karşılamak gerekir… Hatta yargı tarafından “Türklüğü Tahkir ve tezyif
ettiği” gerekçesiyle de hüküm giydiği açık bir şekilde ortadadır. Bütün bunlara rağmen Hrant DİNK ölümünü şu
veya bu şekilde kabul etmek ve ölüm üzerinden siyaset yapanlara malzeme
çıkarmak insani ve milli kabulleriniz arasında yer almayacaktır. Hele insan
katletmenin büyük suç olduğunu kabul eden bir dine mensup olmamız bize daha çok
sorumluluk yüklemektedir. Zira Allahın mukaddes kıldığı insana kıymak onun
emrine karşı olmak anlamına gelmektedir. Bu sebeple de öldürülmemeliydi…
Binlerce Hrant
Dinkler var olsa da, en kahredici mücadelenin cephesinde yer alsalar da, yüce Türk Milletini yanlış bir uygulamaya
sevk etmeye gerekçe olamaz. Ancak ortada bir katil, birde maktul vardır. Olayı
nasıl tanımlamalıyız? Farklı bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde,
görülecektir ki, görünen ve görünmeyen “aktörler” Hrant Dink’i öldürtmekle
milli birliğimize saldırabilmek için mevzi kazanmak isteyen “küresel sermayenin”
öncü kuvvetleridirler. Bu senaryoda görülen figürlerden; katilde, maktulde,
aslında “kurban” hükmündedirler.
Olayları katil
ve maktul cephesinden ele almak yetmez, çünkü oluşturulan atmosferdeki “jeo-stratejik” konumun önemi göz ardı
edilmemelidir. Zira bahse konu yer; Karadeniz bölgemizin önemli bir şehri olan
Trabzon’dur. Bu duruma göre; katil Trabzonlu ve 17 yaşında bir gençtir.
Yetkililerin ifadelerine göre, bu tür suikastlarda takip edilebilecek çok basit
bir yöntem kullanmıştır. Bir örgüt olayından ziyade, münferit bir eylem
şeklinde tezahür etmiştir. Ancak söz konusu Trabzon olunca; hafızamızı yoklamak
ve “duyarlılıkla” ele almak gerekir.
Neden mi? Nedeni gayet basittir. Doğu roma imparatorluğu hayalini yeşertmek
için dikkatleri Trabzon’a yoğunlaştırmaktan başka nedeni yoktur.
Millet olarak
bizi “balık hafızalı” kabul edenler
yanılmışlardır. Zira hadiselerden ders alarak adım atmak zorunluluğunda
olduğumuz bilincindeyiz. Şöyle ki; Sayın Rahmi KOÇ, bir gemi dolusu papaz ve
keşişle Trabzon’a “haçlı ruhunun
temsilcilerini” taşırken, hangi gerekçe ile bunu yaptığı kendisine
sorulmadı. Akamete uğrayan bu ziyaretten sonra, sanki öç alınırcasına, Türk
Askerine kurşun sıkan bölücü teröristlerin tutukluluk durumunu ajite eden TAYAT
gurubu periyodik olarak Trabzon’da boy göstermeye başladı: Hatta PKK’nın bile
sızdığını gözledik. Bu yetmiyormuş gibi İtalyan papaz SANTOROS bir suikastla
öldürüldü. Ve en son olarak ta, Hrant DİNK’in öldürülmesi bir Trabzonlu genç
tarafından gerçekleşti… Kimi tatmin etti bu ölüm? Katili desek hayır… Çünkü
çocuk; nedamet içinde, Türk milletini desek, asla çünkü Hrant; gayrı Müslim
olsa da bizim vatandaşımızdır. Bu ölüm, milliyetçilerin hesabına gelmeyecektir,
çünkü Hrant’ın Türklüğe hakaret etmesi ve bu “temadaki” düşünceleri, azınlıkların
şuur altında var olan düşüncelerinin açığa vurulmak suretiyle, milliyetçiliğin
haklı zemini için önemli bir veri sayılmakta idi… o zaman bu öldürme kimin
hesabına gelmektedir. Veya da kimin ekmeğine yağ sürmektedir… Tabii ki, “ Şark
Meselesini” devam ettirmek isteyen batının kontrolündeki küresel güçlerin…
Durup dururken
“Şark Meselesi”de nedir? Diyeceksiniz biliyorum. Asıl bizim anlamamız gereken
husus budur. Çünkü Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden, hatta Avrupaya
girmelerinden beri batı ile aramızdaki hesaplaşmanın adı, “Şark Meselesidir.”
Birinci aşaması, Türklerin Avrupa’dan atılması, ikinci aşaması ise Türklerin
Anadolu’dan atılmasıdır. İşte Emperyalizmin yeni yüzü ve yeni adı olan
Küreselleşme, küresel tehdit stratejileri ve aktörleri ile ülkemize dalga dalga
akınlar hazırlamaktadır. Bu olaylar da bunun bir parçasıdır. Bu olayda”
milliyetçiliğin” suçlu ve hedef gösterilmesindeki asıl hezeyan da budur. Çünkü
“Küreselciliğin” tek karşı düşüncesi “milliyetçiliktir.”
Bu olaylarda
“zaaf” içindeki bir taraf ta, hükümet ve sayın başbakandır. Kendi
vatandaşlarının can güvenliğinden sorumlu bir durumda iken, bunu yerine
getirememenin aczi ile o da “milliyetçiliğe” saldırmıştır. Sormazlar mı ki, bu
ülkede yürütmenin başı kimdir diye… Güvenlik birimleri siz ve sayın içişleri
bakanının emrinde değil midir? Ankara’nın göbeğinde, Yüksek yargı organı bir
şahsı öldürdüklerinde sizler ne işlerle meşguldünüz. Başka birini nasıl
suçlayabilme cesareti gösterebilmektesiniz. Yoksa kendi ifadelerinizle
kamuoyuna ifade ettiğiniz gibi; yine “iktidarım ama muktedir değilim” mi
diyeceksiniz. O halde hükümet etmemelisiniz. Yoksa bu psikoloji ile masum
vatandaşımızın katledilmesine seyirci mi kalacağız?
Sayın içişleri
bakanı Abdülkadir Aksu dönemlerinde suikasta kurban gitmiş kaç önemli insanımız
vardır biliyor mu sunuz? Bunu kim sorgulayacak merak ediyorum?
Milliyetçilik
fikri, belki de hiçbir dönemde bu kadar sağlıklı bir zeminde gelişme
göstermemiştir. Bunu her mertebede ve her zeminde görebilmekteyiz. Adına ister
tepki milliyetçiliği, ister tabii süreç olarak kabul edin bu gün milliyetçilik
gelişmesini hızla devem ettiren bir yapı kazanmıştır. Çünkü halk arasında bir
darb-ı mesel vardır; “eğer çaresiz
iseniz, çare sizsiniz” tecelli etme noktasına gelinmiştir. Hükümetlerin “küresel
sermayenin” emellerine hizmet etmek için onların isteklerini meşrulaştırmadan
başka bir öneminin kalmadığı anlaşılmıştır. Milli sınırları ve milli hedefleri
bertaraf edilmiş durumdadır. Milli sermaye yabancıların tasarrufuna
devredilmiş, ekonomik değeri olan iktisadi kuruluşlarımız, haraç mezat
yabancılara satılmaktadır. Topraklarımız yabancılara satışlarında hiçbir sınır
tanınmamakta, bir süre sonra kendi ülkemizde dolaşım hakkımızın elimizden
alınması endişesi baş göstermiştir.
Bu toz-duman
arasında TÜSİD adına açıklama yapan, Sayın Ömer Sabancı, normal bir zamanda
ifade etmekten çekindiği bir hususu söyleyiverdi… Ülke bütünlüğünü tehlikeye
sokacak nitelikteki kararların verilmesi kendi iradesi ile mi gelişti yoksa
birileri ona dikte mi ettirdi? Onu kendisine sormak lazım… Ansızın Ermenistan
kapısı açılsın fikri ortaya atıldı. Kerkük’te olan biten bir çırpıda bilgi ve
ilgimizin dışına çıktı. Hrant’ın öldürülmesi bazı konuları gündeme taşırken,
bazıları da gündemden çıkardı.
Hrant’ı bir ermeni azınlık cemaati mensubu
görmek yanlış olur. O bizim vatandaşımızdır. Bir yanlışı ve bir suçu varsa onun
cezasını kanunlar vermelidir. Biz bunun ikame edilmesi için mücadele etmeliyiz…
Yapılan nümayiş bu iradeyi ifade etmiş olması bakımından sevindiricidir.
İçerde ve
dışarıda Türk milleti aleyhinde cereyan eden hadiseler, güven ortamını sarsmıştır.
Bunun suçlusu Türk Milleti değildir. Diasporanın sistemli çalışmaları ve
periyodik propagandaları, onlarca masum Dış temsilcilik mensubumuzun
katledilmesini sağlamıştır. Devletimiz güçlü iken ermeni vatandaşlarımız sulh
ve sükûn içinde ve varlıklı yaşamışlardır. Devletimiz zayıfladığında ise düşman
taarruz ve tecavüzkâr saldırılarında, bizimle aynı vatanı savunmak yerine,
düşmanla birlik olmayı tercih etmişlerdir. Bu tercih “kirve” olduğumuz
Ermenilerin, dışımızdaki düşmanlarla beraber ve vatanımıza saldıranlar adına
balta tutan el konumuna gelmişlerdir. Ermenilere karşı şuur altında bu duygu
bütün tazeliği ile hala evlerimizin duvarlarında asılı bulunan fotoğraflarından
anımsayabildiğimiz ve katledilen dedelerimizin acı hatıralarını yaşar gibiyiz. Bu
hususunda bilincinde olduğumuzu ve milletimizi derinden yaraladığını ifade
etmek isterim.
Cenaze
merasiminde, “Hepimiz Ermeni’yiz, Hepimiz Hrant’ız” diyenler şehit “Mehmetçiklerin”
cenazelerinde varlık göstermeyişlerini nasıl yorumlamak gerektiğini,
vicdanlarınca sorgulanmasını diliyorum. Eğer bu merasime katılanların hepsi
Ermeni iseler; bizlerde rahatlıkla dünya kamuoyuna; işte bakın bu kalabalıklar
hepsi Ermenidir, katliama uğramış olsalardı bu kadar olabilirler mi idi?
Diyebilmeliyiz.
Öldürmekle bir
yere varılmaz. Asıl olan bu ülkenin emperyalistlere ve onlar adına hareket eden
“küresel tehdit unsurlarına” karşı akıllıca milli şuur içinde bir hayatı ikame
etmektir. Bilinmelidir ki “Hepimiz Türk’üz, Ahmet’iz, Alper’iz…” millet olma
bilincimiz önünde hiçbir güç tanımıyoruz…
Nesim YALVARICI
nesimyalvarici@hotmail.com
YORUMLAR