Hepimizin gözleri önünde cereyan eden bir hadise değil midir parlamentoda cereyan eden olaylar? Elbette görmekteyiz. Elbette şahidiz. Ne ...
Hepimizin gözleri önünde cereyan
eden bir hadise değil midir parlamentoda cereyan eden olaylar? Elbette
görmekteyiz. Elbette şahidiz. Ne var ki bir şey dokundurtmuyoruz onlara…
Mukaddeslerimiz sanki onlar…
Biliyoruz ki, devlet denilen organizasyon,
üç asırdan bu yana bu milletin ihtiyaçlarını karşılayacak bir idari
mekanizmadan mahrumdur. Çünkü milletin millet olma ile ilgili temel
değerlerinden kuvvet alan bir dinamik yapısı yoktur. Yani mahrum bırakılmıştır.
“Gâvur Mahmut’un” batılılaşma hareketi ile köklerinden tedrici olarak koparılan
bu millet, batının telkini ile oluşturulan kanunlarla idare edilirken, milletin
ihtiyaçlarından çok, milleti tepeden gören bir azınlığın ihtiraslarına alet
edilmiştir. Millet bu durumun farkında olmaması içinde kargaşa çıkaran bir
yapının temsil noktasında olması gerekmektedir. Dün öyle idi, bu günde öyle,
galiba, yarında öyle olacağa benziyor.
Devleti elinde bulunduranlar,
halkı aldatabilmek, hakikati gizlemek için meclisleri nasıl seviyesiz
tartışmalara alet ettiklerini görebilmek için fazla zeki olmayı gerektirmez.
Bu konuya neden değinmekteyim?
Çünkü yürürlükteki devletin işleyişini sağlayan kurum ve kuruluşlar milletin
ihtiyaçlarını karşılayabilme kabiliyetinden mahrumdurlar. Birbirleriyle
çekişmelerden dolayı kendilerinin konumlarını dahi fark edememektedirler. Fark
etseler, kendilerine çeki düzen vereceklerdir belki… Askeriye, adliye, maarif,
mülkiye ve en acıklısı da parlamentodur. Parlamentodaki kokuşma, devletin bütün
kurumlarına sirayet etmiş, devletin nirengi noktaları kaymıştır.
Bu şartlarda seçim sathı
mahalline giren ülkemiz, parti başkanlarına tanınan firavun yetkileri
sayesinde, parlamentoda tabir yerinde ise millete dayatılan “cazgırları” seçmek
gibi bir ameliye lütfedilmektedir.
Milletin kimi temsilci olarak
seçebileceği imkânından mahrum bırakılması, parti başkanlarına biat esasına
göre adayların belirlemesi, ne anlama gelmektedir. Millet iradesinin söz konusu
olmadığı bir anlayışla devleti idare ederseniz, sizi kim seçmiş ise onun
istekleri doğrultusunda iş yapmış olmaz mısınız? Kukla gibi el kaldırıp
indirmeden öteye bir görevinizde yetkiniz de olmaz. Sizi elde tutmak üzere
yapmış olduğunuz çalma çırpmalarınıza da göz yumularak ödüllendiriliyor olmanız,
sizin sükûtunuzu sağlamaktadır. Hatta işlediğiniz şahsi suçlarınızda olsa,
dokunulmaz bir hüviyete büründürülerek, bu suçları hukuktan
kaçırabilmektesiniz.
Bu dönemde seçilecek millet
meclisi üyelerinin yapacağı en önemli reform, parlamentoya şahsiyet
kazandıracak bir tarzı tercih etmeleridir.
İş takipçiliğinden tutunda, tayin
atama ve nakillere, komisyonculuğa kadar, yasama görevi ile bağdaşmayan
görevleri bırakmalarıdır.
Aksi takdirde ülkemizde “tuzun
koktuğu” iddiaları haklılık kazanacaktır. Onun içinde, dokunulmazlık zırhını milletvekillerinden
çıkarmalarını sağlamak gerekir. Bunu Parlamentoda seçim sathında da vatandaşa
taahhüt etmek gerekir.
Yoksa ne sağlıkta, ne adliyede,
ne askeriye de yapılacak reformların hükmü olmaz.
Kim daha fazla çığırtkanlık
yaparak parlamentoda etkili olmaya çalışacaksa, bunun adı cazgırlar
senfonisinden başka bir şey değildir.
Milletten seviye bekleyenler,
millet nezdinde seviyeli davranabilecekler mi göreceğiz… Parlamentoyu
oluşturacak milletvekillerini, millet mi yoksa padişah konumundaki başkanlar mı
seçecek göreceğiz…

YORUMLAR