Türk tarihini, yaşadığı talihsizlikler itibariyle değerlendirdiğimizde, hiçbir milletin yaşaması ve tahammül etmesi mümkün olmayan badire...
Türk tarihini, yaşadığı
talihsizlikler itibariyle değerlendirdiğimizde, hiçbir milletin yaşaması ve
tahammül etmesi mümkün olmayan badireler atlattığını görürüz. Ne var ki, her
seferinde yüce Allahın kudret eli, yaşadığı talihsizliğin yarattığı kara
tabloyu ber taraf etmiş, ancak tamamen ortadan kaldırmamıştır. Bu da, millet
olarak imtihanımızdır.
Millet ve devlet bünyesine sinen
bazı sosyal problemler, kuşaktan kuşağa sirayet etmiş. Zemin ve fırsat
oluştuğunda farklı şekillerde nüksetmiştir.
Millet olarak, tarihin akışında
aynı zamanları paylaştığımız milletler, yaşadığı problemlerden dersler
çıkarmalarına rağmen, biz her zaman aynı oyunlara gelmişizdir. Üstelik bir
darbı meselle de pekiştirmişiz bu durumu… “tarih tekerrürden ibarettir” sözü,
belki de bu durumu en iyi açıklamaktadır.
Üzerinde milletimizin yaşadığı
coğrafyalar, Allahın bahşettiği bütün güzellikleri ve zenginlikleri bünyesinde
taşımaktadır. Yine dünya üzerinde siyasi ehemmiyeti olan bir konumda olması
sebebiyle de; her kesin iç geçirdiği bir durumdadır. Bu sebeple de farklı
milletlerin kıskanabileceği bir durumla karşı karşıyayız.
Bu durum bizim çok duyarlı ve
şuurlu olmamızı gerektirmektedir. Ancak en zayıf noktamız ya da bir başka
deyişle zaafımız, farkında lığımızın olmayışıdır.
Milletler mücadelesi, belki de
tarihin en can alıcı sayfalarını işgal etmektedir. Sebep ve sonuç ne olursa
olsun, her millet kendi varlığını devam ettirme idealiyle yaşamaktadır. Bu
arzunun şiddeti ve kuvveti o milleti hayata bağlamakta, ona ilham kaynağı
olmaktadır. Bu arzuyu kaybetmiş milletler kaybetmeye de mahkûmdurlar. Tarihin
çöplüğü bu tür milletlerin varlığını işaret etmektedir.
Millet olmanın şartlarını taşıyan
topluluklar, kendi kararlarını, ihtiyaçlarını, hedeflerini kendileri belirtirler.
Bir başka milletin delaletine ihtiyaçları olmaz. Ne var ki, batılılaşma
serüvenimizle beraber, kararlarımızı da, ihtiyaçlarımızı da başka milletler belirtmektedir.
Üstelik girdiğimiz darboğazlar karşısında sundukları reçeteler bizi daha da
içinden çıkılmaz bir hale soktu. Bu vesile ile üç kıtaya egemen olan
millet, Batılıların “küçük Asya”
dedikleri Anadolu’ya hapsedildik.
Şimdi Anadolu’yu da çok
görmektedirler. Anadolu; haçlı zihniyetinin en acımasız tezgahı olan
küreselleşme belası ile başı beladadır. Hükümetler ve batının kontrolündeki
sistem batının lehine işleyen bir yapıyı sürdürmektedirler. Etrafımızda olan
biteni günü birlik kararlarla geçiştirmektedirler. Problemler üst üste
yığılırken, gelecek nesiller bilgi kirliliği içinde “Arap saçına” dönmüş
meseleleri anlayamayacaklardır. Önerilen her reçeteyi kabule mecbur
edileceklerdir.
Etrafımızdaki komşular bu
meseleleri bizden daha sağlıklı görebildiği için, olabildiğince bu sürecin
hızlanmasına yol açan siyasetler takip etmektedirler. Hatta kendi içlerindeki
soydaşlarımızı etkisizleştirecek acımasız politikalarla zayıf bırakmaktadırlar.
Haklarının korunabileceği ümidi olmadığını görünce de ister istemez durumu
kabullenebilecekleri yaklaşımları tercih etmektedirler.
Türklük şuuru, içerde hem sağ siyaset
hem de sol siyaset tarafından red edilince, Türklükle ilgili değerlerde yok
sayılmaktadır. Sadece, bir avuç serdengeçtinin imkânsızlıklar içinde sarf
ettiği gayretten öteye geçmeyen bir mücadele de yetersiz ve cılız kalmaktadır.
Sınırlarımız dışındaki Türk dünyası ile irtibat sağlayabilecek bir politika
inşa edilmeyişi ayrı bir sorundur.
Yakın tarihimizde, İran –ırak
savaşında çarpışan askerlerin her iki tarafında da Türkler vardı. Türklerin,
yani ırakta Türkmenlerin, iranda cenubi Azerbaycanlıların savaşa sürdükleri
savaş esirlerinin Türkçe konuşmaları sayesinde anlaşıldı. Suriye İsrail
arasındaki golan tepelerine Suriye’nin İsrail ile arasında tampon bir bölge
oluşturacak şekilde Türkmenleri yerleştirmeleri, Türk milletinin içerde de, dışarı
da da gizli bir soy kırım siyaseti yaşadığı bir durumla karşı karşıyadır.
Mevcut iktidarında etnisiteyi
yani farklı etnik hareketleri desteklemeyi esas alan siyasetleri sayesinde,
içerde Türk olmanın suç olduğu bir görünüm arz etmektedir.
Yani Türklüğün makus talihini
değiştirecek ufukta bir ümit görünmemektedir. Zira “öz yurdunda garip öz
vatanında parya” gibi yaşamaktadır.
Demokratik hilelerle, hatta
hokkabazlık siyasetleri ile iradesi gasp edilen millet, elindeki maddi ve
manevi değerlerinden uzaklaşmakta ve çaresizlik içinde “ahu figana” dahi imkân
bırakılmamaktadır.
Buradan şöyle bir netice
çıkmaktadır: Türk milleti var olma-yok olma mücadelesinin kararını verebilecek
ciddi bir mücadeleyi göze almalıdır. Beyni midesine inmiş, kendisini
Müslümanlığın sahibi gören ve bu gün millet iradesine sahip olanlardan( samimi
ve ihlâs sahibi olanlar hariç) kurtulmadan, Türklüğün makûs talihini yıkmak
mümkün olmayacaktır.
Müslüman Türk milletinin, ruhu
İslam, bedeni Türklük olan bir yapıya, tarihin her döneminden daha fazla
ihtiyaç olduğu ortadadır.
Nesim YALVARICI
YORUMLAR