Doğu ve güneydoğuda cereyan eden etnik olayların analitik bir yaklaşımla incelenmesi hususu, şüphesiz devletin asli görevidir. Aynı zaman...
Doğu ve güneydoğuda cereyan eden
etnik olayların analitik bir yaklaşımla incelenmesi hususu, şüphesiz devletin
asli görevidir. Aynı zamanda bu konuya hassasiyetle bakan ve millet-devlet
bütünlüğünden endişe duyan kişilerin… Zira bir problemin tespit ve teşhisi en
az tedavisi kadar önem arz etmektedir.
Sosyologların, antropologların,
etnologların, filologların, iktisat ve tarihçilerin demokratik bir yapı içinde
parlamentonun denetimi esas olacak ve bağımsız bir ekip halinde, eldeki bütün
verilerin değerlendirilebileceği şekilde ele alınıp incelenmesi gereken bir
konudur.
Yakın ve uzak tarih dâhil,
yaşanmış zamanların, mekânların ve olayların gün yüzüne çıkması için önem arz
etmektedir.
Bundan çıkacak neticelerden
devletin korkmasını gerektirecek bir durum yoktur. Özgüveni olan bir devlet
bunu yapabilmelidir.
Özellikle, bilgi kaynaklarının
yoğunluğu bu meyanda yanlış bilgilendirme yoluyla bilgi kirliliğinin önüne
geçilmesi bakımından da önelidir.
Son elli senedir, Siyasi iktidarların
beceriksizlikleri ve yetersizliklerinin ceremesi, devlete ödettirilmektedir.
Bu uygulamayla, Devletin töhmet
altında kalmasının da önüne geçilmesi sağlanmış olacaktır. Devletimizin şu veya
bu şekilde, idari hukuk bakımından, doğu ve güneydoğunun gerek vatandaşlık
hakları, gerekse insani hakları bakımından, ülkemiz genelinden farklı bir yasal
düzenlemesi var mıdır?
Ya da, anayasal hakların
kullanılmasında, ayrımcı bir hukuk düzenlemesi olmuş mudur? Anayasal çerçevede
herhangi bir vatandaşın kullanabildiği bir hakkı kullanması noktasından
yararlanamamak gibi bir uygulama var mıdır?
İş ve meslek seçiminden, medeni
hakların kullanılmasına, ikamet ve seyahat etmesine dair, ülke genelinin
yararlanabildiği, ancak bölge halkının yararlanamadığı bir yasal düzenleme ve
uygulama var mıdır?
Buna benzer birçok sorunun cevabı
aranabilir. Ancak görülecektir ki, böyle bir düzenleme ve uygulama zaten ortada
yoktur.
O halde neden bölgede gerilim
var?
İlliyet prensibi gereği, bir
olayın varlığı, ona etki eden diğer bir olayın varlığına delalet etmektedir.
Yani ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Bunun anlaşılmasında yarar vardır ve
hepimizin bilme hakkı vardır.
Bölgede cereyan eden olayların,
iki temel sebebi vardır. Birincisi ülkemizin yönetildiği idari ve siyasi sistemin
ihtiyaçlarımıza cevap vermekten uzak olmasıdır. Demokrasi, insan hakları, iktisadi
ve kültürel yönden milletin benimseyemediği bir yapıyı, yani milletin değer
olarak görmediği, sadece “batılı olmak uğruna” millete giydirilmeye çalışılan
libasın verdiği sıkıntıdır. Bu ülkemizin her ferdini etkileyen bir durumdur.
İkincisi, küresel güçlerin, uluslararası
karakterde ve emperyal politikaların ülkemiz üzerindeki planlamalarını
gerçekleştirmeye dönüktür. Aynı medeniyetin mensubu olduğumuz doğu ve güney
komşularımız ile aramızdaki problemlere baktığımızda bu hususu daha açık
anlayabiliyoruz.
Ayrıca, ülkemizde, milletleşmeyi
sağlayacak bir düzenleme için milli politika, yakın ve uzak tarihimize
baktığımızda uygulanamamış, bu sebeple de, fıtratımızda var olan mensubiyet
duygusu ile ilgili karmaşanında devam ettiğini görebiliyoruz. Öz be öz Türk
olan Rumeli kökenli kardeşlerimize bakıldığında, geldikleri ülkenin mensubiyetini
tercih etmeleri, Kafkaslardan gelenlerin, kendilerini farklı bir etnik unsur
gibi görmeleri ve içeride, asli unsurumuz olarak kabul edilen Kürt
kardeşlerimizin kendilerini farklı ekalliyette (etnik yapıda) görmeleri,
milliyetçiliğin Ülkemizde hayat bulamayışındandır.
Küresel sermayenin, küresel güç
unsurları ile organize bir şekilde, yeni dünya düzeni programı gereği bizimde
içinde bulunduğumuz Müslüman coğrafyasındaki sınırları yeniden belirleme
politikalarında, Kürtler; ne yazık ki, stratejik planlamalarında, en önemli
siyasi argüman olarak görülmektedirler. Ülkemizi yönetenlerinde, tartışmasız
bir şekilde, küresel güç unsurlarına boyun eğerek, onların istekleri
doğrultusunda uygulamalar yapmaktadırlar. Terör örgütü mensupları ile son
dönemde yapılan müzakereler ve verilen tavizler bunun en önemli göstergesidir.
Ayrıca Kürtlerle, terör örgütü
mensuplarını aynı potada görmek gibi gafleti de yaşamaktadırlar. -eğer gaflet
değilse, ihanet olarak görürüz- Terör örgütü mensuplarını Kürtlerin temsilcisi
şeklinde sunarak, küreselcilerin ve terör örgütünün ekmeğine yağ sürülmektedir.
Türk milletinin bütünlüğüne
kasteden bu olayın bütününü görmeyenler ise, hükümetin uyguladığı temelsiz
politikaların millet nezdinde kabul görebilmesi için, her zemini kullanarak,
terör örgütünün iddialarına meşruiyet kazandıracak açıklamalarda bulunmaktan
kaçınmamaktadırlar.
Çarpıcı, bir o kadarda
düşündürücü bir uygulamayı da, Sakarya Üniversitemizin haber portalında esefle
okuduk.
Kendisinin Uluslararası ilişkiler
alanında öğretim üyesi olduğunu bildiğimiz bir şahsın, hem devleti töhmet
altında bırakacağı, hem milli bütünlüğü bozucu, hem de akademik usul ve esas
itibariyle kabul görülemeyecek bazı ithamları vicdanlarınıza sunmak isterim.
Bu şahıs buyuruyor ki;
Kürt meselesi çözüm önerileri
başlığıyla yazılan yazıda, “Kürt meselesi bir hak meselesidir” ve temel insani
haklardan bahsederek, bunları devletin Kürtlere tanımadığını ifade etmekle, bir
gerçeği görememektedir. Yukarıda soru olarak ta ifade ettiğim gibi, temel insan
hakkı bağlamında anayasamızda ve bundan mülhem kanunlarda Türkiye cumhuriyeti
devleti içinde herhangi bir negatif ayrımı ifade eden bir yasa var mıdır? Yani
Kürtçe konuşulduğu için yargılanan birini gösterebilirler mi?
Mesken edinme, meslek edinme,
ticaret yapma, düğün dernek, seyahat etme ve kamuda görev almak hususunu
kısıtlayan bir yasadan bahsedebilirler mi?
Marksist bir terör ve tedhiş
örgütü kurmuş birinin varlığını ve hedeflerini meşru gösterebilmek için Kürt
vatandaşların kullanılmasını içine sindirebilen insanların kendi insanlıklarını
bir daha gözden geçirmeleri gerekli olmuştur.
Xxxx
Belki bu konuyu, uluslararası
ilişkiler bağlamında ele alsa idi, daha uygun ve daha anlamlı olabilirdi. Ancak
çözüm adına iddia edilen “haklar meselesi” ile başlayan yazıda, mesnetsiz,
uluorta ve sıradan bir yaklaşımla ele alınması, ya birileri tarafından sipariş
bir yazı, ya da ülkemizi tanımıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Yoksa “haklar”
olarak kullanılmış ifadelerde, şunun bilinmesi doğru olacaktır: Kürt kardeşlerimiz bu ülkenin asli
unsurlarıdır. Herhangi bir hak tayin etmek, özelliklede, yazıda ifade edildiği
biçimi ile bu kardeşlerimizi, “etnik” bir yapıya zorlamak anlamına gelecek ve
akabinde hangi yapılanma gelirse gelsin coğrafi bölünme ile neticelenecek bir
süreç olacaktır. Buda PKK terör örgütünü Kürtlerin temsilcisi olarak lanse eden
ve bölücü terör odaklarıyla paralel düşünme anlamına gelmektedir.
Küresel güç odaklarının, ülkemiz
üzerinde uyguladığı küresel baskılarla strateji tayin edildiği gün gibi aşikârdır.
Dolayısıyla, ülkemizin ittifak içinde hareket ettiği bu küresel baskı
unsurları, bölgedeki yapılanmalarda, neticeye olumlu etki sağlayabilecek hiçbir
tedbire imkân vermemektedir. Gerekçesi de, yenidünya düzeninde, bölgeyi kontrol
edebilecekleri bir oluşuma meşru zemin hazırlayabilmektir.
Bu strateji yaklaşık yüzyıllık
bir projenin yürürlüğe konmasıdır. Ve bunun adı da, “şark meselesidir.”
anladığım kadarı ile “şark meselesi ile Kürt meselesi” ni birbirinden ayırt
edemeyiş sebebiyle, bu yazıda, bazı durumlarında görmezlikten gelmesini
sağlamıştır. Müstakil televizyondan,
hakkına, temel insan hakları çerçevesinde vatandaş olarak kullanması
gereken hakların hangisini kullanamadıkları hususu, objektif olarak belirtilmemiştir.
Hâlbuki ki, ülkemizin her yerinde iş adamları, bürokrat, teknokrat, siyasetçi
bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olmalarının önünde bir engel olmadığı gibi, her
dönemde, ülkenin en kritik noktalarında ve en mahrem alanlarında Kürt
kardeşlerimizin sorumluluk aldığı da bir vakıadır.
Etnik hareketler ile ülkelerin
siyasal ve milli yapıların hedef almak, emperyal siyaset güden küreselcilerin
bilinen bir taktiğidir. Hedefledikleri ülkedeki yeraltı ve yerüstü ekonomik
kaynakları elde etmek üzere kaos yaratmakta, ülke içindeki farklılıkları işlemekte,
bu hususta tez-antitez geliştirmek üzere, oluşan kaotik ortamdan müdahale
imkanı sağlamak ve dolaylı işgal eylemini gerçekleştirmek üzere, doğrudan ve
dolaylı siyasal operasyonlar yapmaktadırlar. Yakın tarihimizde ve bölgemizde
gelişen hadiseler tamamen bu karakterde gelişmiştir. Kürt meselesi olarak ifade
edilen husus doğrudan bu durumu ifade etmektedir. Küresel yapılanmayı sağlayan
güç, Kürt meselesi ile aslında, 1912 de yürürlüğe soktukları Wilson
prensiplerini -ki, adına “Şark meselesi” demektedirler- Gizlemeyi hedef
almaktadırlar. Bu konu ile ilgili makaleyi yazan şahıs, ya gaflet içindedir, ya
da bunların değirmenine su taşımaktadır. Her iki durumda da, bir kamu haber
portalında yayın hakkı bulabilmesi düşündürücüdür.
Başlangıçta bölge halkını sindirmeye
dönük terör ve tedhiş eylemlerinde bulunan, akabinde batıdan hiçbir surette
bölgede bulunulmasına tahammül edilmeyen bir yaklaşımla, adeta jenosit
uygulamalarında bulunanlarla bunlara lojistik destek sağlayanlarla müzakere
etmek, talihsizliktir. Muhakkak bir şekilde etkisizleştirilmiş bir terör
örgütünün işlediği cinayetlerin cezasını çekebileceği bir caydırıcı gücü
kullanmalıdır. En ön çözüm budur.
Mevcut siyasi iktidarın
beceriksiz, teslimiyet ve gayri milli duruşu sayesinde elde ettikleri psikolojik
üstünlük içinde, yazıda bahsedilen çözüm önerileri, terör örgütünün
direktiflerini kamuoyuna dikte ettirmekten başka bir şey olmayacaktır.
Can güvenliğinden mahrum
bırakılmış bölge halkının bu gün sergilediği davranışlar, aslında ensesine
silah dayatılarak ifadeye zorlanan bir insanın davranışından başka bir şey
değildir.
Terörle yapılan müzakereyi
“radikal adım” diye lanse ederseniz. Çözüm teröristlerin güvenlik elemanı
olarak yerleşim bölgelerinde istihdam edilmesi çıkacaktır. Nitekim Oslo
görüşmelerinde bunu talep etmişlerdir. Ondan sonra da siyasi yapılanmada,
istikrar bekleyeceksiniz.
YORUMLAR