Tarih; milletler mücadelesinin varlığından müteşekkildir. Yerleşik hayata geçen insanoğlu, ortak değerler etrafında bir araya gelerek, kü...
Tarih; milletler mücadelesinin
varlığından müteşekkildir. Yerleşik hayata geçen insanoğlu, ortak değerler
etrafında bir araya gelerek, küçük toplulukların oluşumundan sonra, millet
olgusunu ve sonra da devlet olgusunu meydana getirmiştir.
Farklı değerler bütününü temsil
eden kişiler ve toplumlar, kendileri için belirledikleri sınırlarda
yaşarlarken, diğer unsurlardan emin olmak için mücadele ettikleri gibi, farklı
unsurları da kendi merkezlerinde ve kendi eksenlerine almak mücadelesini
verirler. Bu durum adeta milletlerin zihin kodlarında işlenmiş gibidir. Sistem
ve inançları ne olursa olsun bu durumun istisnası yoktur.
Zaman ve şartlar muhtevayı
(içeriği) değiştirmediği halde, biçim metot ve şekli değiştirdiğini
görebilmekteyiz. Hal böyle olunca da, oluşan biçimi ve değişen şartları, hangi
metotla uygulamaya koymaları hususunu iyi okumak gerektiği gerçeğini bilmek
gerekir. Zira hayat dinamik ve değişken bir seyir içindedir. Bu değişkenliğin
getirdiği fırsat ve tehdidi anlamamız, milletin geleceği için hayati önem
taşımaktadır.
Tarihe mal olmuş övünç
dönemlerimiz, çok gerilerde kalmıştır. Bu görülmesi lazımdır. Çünkü o günün
şartlarını belirleyen irade, millet olarak ortaya koyduğumuz değerlerden kuvvet
alan bir devlet organizasyonu ile yürütülmekte idi… “görebildiğimiz kadar
gidiyor, gittiğimiz yerden görünene kadar olan yere yeniden gidiyorduk”.
Var olma dinamiği, sürekli üreten, sürekli
işleyen ve değer olarak eser meydana getirmekle ifade edilir. Bu olgudan uzaklaşırsanız,
devingen ve dinamizmi gerektiren milletler mücadelesinde devlet denilen en
mükemmel organizasyon, zaafa uğrar. Ve kaybetmek mukadder olur.
Milletler ailesinin önemli bir
üyesi de şüphesiz Türk Milletidir. Türk milleti her çağda, çağdaşları gibi
devletini kurabilmiş, onun yaşatılacağı maddi ve manevi tedbirleri almıştır.
Ne var ki günümüzde milletler
mücadelesinde çağdaşlarından hem madden hem de manen gerilerdedir. Önündeki
fırsatları kullanabilme kabiliyetinden yoksun görünmektedir. Kullanamadığı her
fırsat, millet hayatında tehdit olarak millet hayatını etkilemektedir.
Türk milletinden farklı değerler
sistemine sahip olan batı milletleri, Türk Milletinin varlığını ve güçlenmesini
kendileri için tehdit olarak gördükleri için, Türk milletinin devletini ve onu
var eden iradeyi etkisizleştirmek için, çağımızın, ekonomik, teknolojik, askeri
ve siyasi alanlarda yalnızlaştırmak için içten ve dıştan çökertmek ve sonra da,
ortadan kaldırma kararlılığındadırlar.
Gelişen bütün olaylar bunu göstermektedir.
Ancak Türk devletinin ve
milletinin geleceğini bu düşman cephenin sunduğu reçetelerde arayanlar, her
seferinde devleti ve milleti hüsrana uğratmış olduklarını görebilmek için çokta
basiretli olmayı gerektirmemektedir.
Üretimden mahrum bırakılan, artık
değer olarak, devletin gelirlerine ve milletin zenginliğine katkı sağlayacak yeraltı
ve yerüstü kaynaklarını elden çıkardıkları için geçici bir ferahlık içine giren
devlet bir süre sonra darboğaza girecek ve batıdan bir takım ihtiyaçları karşılayabileceği
kaynak talebinde bulacaktır. Üretim söz konusu olmadığı için, devlet
borçlanacak, devlet borçlandıkça millet fakirleşecek ve batının oluşturduğu
şartlar, tahakkuk edecektir. Borçlanmanın başımıza açtığı felaketi bilmekteyiz.
Zira üç kıta üzerinde hükümran olan bu millet “duyun-i umumi” yani genel
borçlar sayesinde, ne acıdır ki, şimdi Anadolu coğrafyasında üzerinde yaşamaya
mecbur kaldık. Hâlbuki millet olarak üzerinde yaşadığımız coğrafyalarda,
Türkistan’ı saymazsak, irili ufaklı kırk sekiz devlet oluşturuldu. Aynı
oyunlarla ve aynı metotla bir kere daha sarsılacağa benziyoruz.
Zira tahakkuk eden şartlar, bunu
göstermektedir.
Milletleşme sürecini yaşayamamış
olmamız, milletlerarası düşüncelere açık hale gelmemizi sağlamıştır.
Milletlerarası organizasyonların bütünü batı Hıristiyan anlayışı ile
geliştirilen emperyalist yani sömürgeci anlayışlardır. Dolayısıyla, bu gün
batılılaşma programı bizim milletleşme olgusunun önündeki en büyük problem
olmaktadır. Nitekim batı ile entegre olan siyasi yapılanmalar, ülkede her zaman
iktidar olabilmekte ve batının istediği şartlar muvacehesinde politika takip
etmektedirler.
Bunun bir tek istisnası vardır. O
da, Müslüman Türk Milliyetçi fikriyatını şekillendirmek ve milleti milletle
buluşturmak iradesinde olan ülkücülerdir.
1944 kendilerine uygulanan
işkenceler belirli aralıklarla sistemli ve düzenli olarak uygulanmaktadır. Zira
ihtilallar ve onların oluşturduğu siyasi parti ve programların hedefi olmaktan
kurtulamamışlardır.
İşte 12 Eylül işte Özallı yıllar ve şimdide ‘8 Şubat ürünü
olan AKP…
Tek hedefleri ülkücülerdir. Zira
onları siyasetin dışında bırakmak mecliste emperyal siyasetlerin alt yapısını
istedikleri gibi almayı sağlayacaktır. Ana muhalefet konumundaki CHP ‘de maalesef,
örtülü bir anlaşma içinde hareket ederek emperyalistlerin değirmenine su
taşımaktadırlar.
Evet, müstemleke valisi hükmünde
hareket eden sayın başbakan ve partisi, batılı emperyalistlerle, hemfikir
oldukları küreselleşme projesinde, Büyük Orta doğu (BOP)projesinin eş başkanı
olmuştur. Ve merkezi de İzmir’dir. İslam coğrafyasında, ülkemiz dâhil ölen her
ferdin vebalini taşımaktadırlar.
Bu durum açık bir şekilde anlaşıldığı
için milleti harekete geçirebilecek milliyetçi fikriyatı, bilişim
teknolojisinin her türlü hilesi, medya, devletin legal güçleriyle beraber Türk
Milliyetçiliğinin sesini kısmaya çalışmaktadırlar.
Küreselleşmenin egemenliği,
milletleşmenin sonu olduğunu herkes bilmelidir. Bugün dünya da yaşanan
çalkantıların asıl sebebi de budur.
YORUMLAR