Aslında bu iddia, mantık hatası olmayan bir iddiadır. Batı dünyası, doğu toplumlarını, muhakeme ve akıl yürütmekten yoksun, duygusal görd...
Aslında bu iddia, mantık hatası
olmayan bir iddiadır. Batı dünyası, doğu toplumlarını, muhakeme ve akıl
yürütmekten yoksun, duygusal gördüğü için, demokratik değerler bütününü
özümseyemez gibi görmektedir. Onun için uygun bir zemin olan “temsili
demokrasiyi” kendi şartlarına uygun hale getirerek, zayıf, güdük bir doğu
anlayışını benimser.
Dikkat edilirse, ya bir şah idol
haline getirilmektedir, ya bir han, ya bir şeyh, ya bir aşiret reisi veya
kabile reisi…
Bazen de iki unsuru birbirine
ilintilendirerek, birbirlerini besleyen güçler halinde iktidarı istediklerine
sunmaktadırlar.
Örneğini ülkemizden verecek
olursak, şeyh ve ağaların egemen olduğu bir hayatı demokratik değerlerin
neresine koyabilmekteyiz.
İktisadi hayatımızı elinde
bulunduran patronlarla, dini cemaat liderlerinin birlikteliğini nasıl izah
edebiliriz.
Dikkat buyurunuz, hiçbir cemaat,
fakir bir çocuğa hizmet etmemektedir. Yani yurt parasını alamadığı kimseyi
barındırmamakta, okullarına da kayıt yapmamaktadır. Özel öğretim yasasının,
yüzde on nispetindeki mali durumu elvermeyen öğrencilerin kabul edilmesine
dair, kontenjanlarını ise, bağlantı içinde oldukları ve kendiişlerinin
işleyişini sağlayan bürokratik çevrelere kullandırmaktadırlar.
Yine dikkate şayan bir durum vardır
ki, o da, askeri darbelerden sonra periyodik bir gelişme seyri içinde olan
cemaatlerin ivmelenerek büyümesidir. Ancak bu husus tam da, şark kurnazlığı ile
kamuoyuna cemaatlerin masum ve mağduriyetini bina ederek sunulmasıdır.
Birey olma bilincinin yok
sayıldığı, şeyhim bilir, kabile ve aşiret reisim bilir mantığı demokratik
hayatımıza yön vermektedir. Bunun üst kurumu olan “etno- milliyetçilik” özel
bir önemle değerlendirmeye değer…
Bir mahalde bir siyasetçinin
destek görmesi, onun ortaya koyduğu proje ve vizyon ile alakalı olmayıp, mali
durumu, etnik durumu, bölgesel kimliği gibi duygusal bağların öne çıktığını
görebilmekteyiz.
Bunun dışında bir siyasi anlayış,
ne yazık ki ilgi görememektedir. Bunun sebebi de baskın bir propagandanın
kişileri şartlandırması ve siyasetin bu düşüncelere meyledebileceği açık bazı
primlerin vermemesidir. Yani “kapsayıcı milliyetçilik” anlayışına sahip Türk
milliyetçiliği fikrine karşı, sen, Lazsın, gürcüsün, Kürtsün, Çerkezsin,
Arnavutsun gibi ayrımcı ve duygusal önermelerle zayıf bırakılmakta ve bu
özelliğin işlendiğini görebilmekteyiz. Hatta seçim stratejileri bu esasa göre
tanzim edildiğini görebilmekteyiz.
“EMEK” DEĞERİNİN İSE HİÇE SAYILDIĞI,
KÖLELİK SİSTEMİNİN YENİDEN İKAME EDİLDİĞİNİ SÖYLEYEBİLECEK ONLARCA UYGULAMA YOK
MUDUR?
Şimdi denilebilir ki, madem
şartlar böyle, bu durumu herkes aynı şartlarda götürsün! İşte batının arzu
ettiği durumda budur. Zira parçalayıp bölmek ve istediği mecrada yürütebilmek
için bütünlüğü bozarak, toplumsal kuvveti azaltmak onun hedeflerine uygun
düşmektedir.
İşte duygusal siyasetin egemen
olmasını dış bağlantılı siyasi anlayışı, dış desteği olan ve meriyetteki
sistemin partisi hükmünde olan AKP, toplum mühendisliği marifeti ile
kullandırılmaktadır.
Zira bu ülkede çok seslilik
istenmemekte, tek ses, tek renk ve tek parti dönemlerinin ikinci dönemini
başlatan bir sürecin altyapısı hazırlanmış durumdadır. İlk iş tek parti
demokrasisinin oluşturacağı bir anayasayı, sayısal üstünlükle oluşturduktan
sonra, bir “derebeyi” sistemine herkesin hazır olması gerekmektedir.
Nesim YALVARICI
YORUMLAR