Çoğumuzun askerlik hatıralarında, aynı şehirli olanların birbirlerine bağlılığını ifade eden bir söz olarak “toprağım” diye çağırdığı bil...
Çoğumuzun askerlik hatıralarında,
aynı şehirli olanların birbirlerine bağlılığını ifade eden bir söz olarak
“toprağım” diye çağırdığı bilinen bir vakıadır. Bu birazda “argo” bir sözdür.
Ancak aynı şehirden olan “hemşehri” daha olgun daha doluca ve daha etkileyici
gelir insana… Hatta adını bilmediğimiz birine dahi, onu yüceltmek adına
“hemşerim!” dediğimizde olur. Kimsede bu söze gücenmez. Zira “hemşeri” aynı
şehirli olan anlamına gelmektedir. Sosyolojide, milliyet duygusunun ilk aşması
olarak da bahsedebiliriz.
Şehir hayatı, paylaşmayı esas
alan bir anlayış olması sebebiyle, işten aşa, eğlenceden tasaya kadar her şeyin
birlikte yaşandığı bir birlikteliğin olduğu sosyal bir olgudur. İnsanlığın
yerleşik hayatı tercihinden bu yana şehir hayatına doğru bir seyir içinde
olmuştur. Hatta devlet oluşumunda ilk olarak, site devletler yani şehir
devletçikleri kurulduğu bir vakıadır.
Aynı şehirde yaşayanların
teneffüs ettikleri ortak havadan tutunda, oluşturulan kültüre ve değerlere
kadar şehir hayatı ortak yaşanmaktadır. Bu bir zorunlulukla beraber bir
gerekliliktir. Onun için şehir hayatı ile ilgili alınacak her karar ortak
olmalıdır. Aksi takdirde şehirler, hayatın çekilmez bir parçası, belki de,
hayatı tehdit eden unsuru haline gelebilirler.
Bu zaviyeden bakarak bu şehrin
bir mensubu olarak bu şehir yaşanmaz hale gelirken seyirci kalmak,
şehirliliğimizin anlamsızlığı anlamına gelir.
Bir önceki yazımda da bahsettim.
Şehirler canlı organizma gibidir. Şehir yapılandırılmalarında bunu göz önüne almak
gerekir. “Ben yaptım, oldu.” Mantığı çağımızın çok gerisinde kalmıştır.
Toplumsal uyum bakımından da, bu yaklaşım şehir huzurunu ve barışını tehdit
eden bir yaklaşımdır.
Bu sebeple şehreminlerimiz, yani
şehri yönetenler, farklı seslere tahammül edecek kadar sabırlı ve hoşgörülü
olmak durumundadırlar.
Ulaşımı ve şehir düzeni keşmekeş
bir durumda olan bu şehrin buna ciddi şekilde ihtiyacı vardır.
Şehrin ovanın ortasına doğru
yayılması, gelecek nesillere yapılan peşin haksızlıktır. Yaşayan insanlarada,
saygısızlıktır. Çünkü yaşama için ihtiyaç duyulan oksijenli ortamı, şehrin hava
sirkülâsyonunu sağlayan arterlerden mahrumdur. Şehrin mümbit arazilerini
yerleşime açmak doğal hayata kastetmektir.
Dağlara doğru şehrin yerleşime
açılması, belki de atıl arazilerin ranta dönüştürülebilmesi açsından önem arz
etmektedir.
Sakarya şehrinin içinden, şehre
adını veren nehir geçmesine rağmen, bu nehrin şehir insanına ne fayda
sağladığını merak edenlerdenim. Basına
da genellikle ölü balıkların su yüzüne çıkması gibi çok acınacak bir durumla
ilgili konu edilmektedir.
İçinden nehir geçen birçok şehir
gördüm, Prag, Paris, Tuna nehri kenarında serpiştirilmiş irili ufaklı birçok
şehir ki bunlardan Macaristan’da Budapeşte, Bulgaristan’da Rusçuk, Romanya’da,
Timaşora (bizim Timeşvar dediğimiz yer) nehirler sosyal, ticari ve iktisadi
hayat bulmuştur. Moldavya’daki, Dresten nehri üzerinde gemi ile dört saat
seyahat edebilecek bir imkân mevcuttur. Fakat su akar biz bakarız…
On beş senelik yönetimleri sürecinde, hemşerilerinin
fukaralıklarını, sosyal yardım adı altında destek mantığı ile şahsiyetleri ile
alay edercesine de seçim dönemlerinde de hizmet olarak sunan anlayış, başını
kaldırıp sağına soluna bakmalıdır. Millete balık ikram edeceğinize onlara balık
tutmayı öğretirseniz, şahsiyetleri incinmemiş hemşerilerle yaşamaya
başlarsınız… Ve günümüzde yaşanabilir şehirlerin nasıl oluşması gereğini de
herkesle ve herkesimle danışarak yaparsanız hemşerilik görevinizi yerine
getirmiş olursunuz.
Nesim
YALVARICI
YORUMLAR