Yaklaşık üç asırdan beridir Türk milleti, hemhudut yaşadığı devletlerin ve milletlerin fiili ve ya dolaylı taarruzuna muhatap olmaktadı...
Yaklaşık üç asırdan beridir Türk
milleti, hemhudut yaşadığı devletlerin ve milletlerin fiili ve ya dolaylı
taarruzuna muhatap olmaktadır. Son dönemde ise sınır ötesi müdahaleleri çok net
algılaya bilmekteyiz. Nefsi mücadelenin veya refleks hareketlerin dışında,
kendimizi savunabileceğimiz stratejik bir yapılanmamız, ikinci Abdülhamit han
dönemi ile Atatürk dönemi istisna kabul edilecekse, kayda değer bir
yapılanmanın olduğunu söyleyemeyiz.
Milletler mücadelesinde varlığını
tarihe kayıt düşecek şekilde ispat etmiş olan milletimiz, eski izzetli ve
şerefli günlerini, tarihin sayfalarından, nostaljik bir yaklaşımla yad
edebilmektedir.
Sakarya Üniversitesi ile Sakarya
Türk Ocaklarının 2008 tarihinde müşterek hazırladıkları “Kuruluş ve Çöküş
Süreçlerinde Türk Devletleri” adlı bilgi şöleni (sempozyumun) bildirilerinde
de, bilimsel olarak ifade edilmiş biçimi bu mealdedir.
Güçlü ve etkin bir biçimde
hayatını sürdürdüğü dönemlerde, güçlü şahsiyetlerin, güçlü ekonominin, güçlü
bir hayat tarzının (medeniyetin)tercih edildiği görülmektedir. Zira medeniyet
anlayışı, insanların yaşantısını idame edebilmeleri için, bireysel ve toplumsal
ihtiyaçlarının karşılanabileceği bütün alternatifleri içermektedir. Bu
değerlerin zayıflığı veya kaybı, devletin izzetten zillete düşmesini
sağlamıştır. Bu şahsıma ait bir yargıdır. Herkes buna katılmayabilir. Ancak
milletlerin varlığını koruyabilmesi hesaplı hareket edebilmesine bağlı olduğu
da bilinen bir hakikattir.
Nizamiye medreselerinde,
Müslüman-Türk milletinin geleceğine dair yapılan ilmi çalışmalar; Selçuklu ve
Osmanlı devletinin kurulmasını temin etmiştir. Belki de bu günümüzü dahi o
olguya bağlamak doğru olur.
Günümüzde, “öz değer” olarak
millet hayatımızda bahsedebileceğimiz ve “özgün bir hayatı” sunabilecek bir
yapılanmamız yoktur. Başkalarının hayatında değer olarak anlam kazanan unsurlar
bizi etkisine almıştır. Bireysel ve toplumsal yapımızda taklidi bir hayat tarzı
ile güçlü ve parlak görülen değerlerin peşinde sürüklenerek gitmekteyiz… Akıbetimizle
ilgili en ufak bir hesap yapamamaktayız. Karanlıkta el yordamı ile yol bulmaya
çalışırken, uzatılan her ışığa uzanan insan konumuna düşmüşüz… Sadece ışığı
görmekteyiz. Gidilecek mecrayı ve ışığın arkasındaki eli görememekteyiz…
Dolayısıyla niyetlerini de tahmin edememekteyiz…
Bu gün “Kürt meselesi” denilen bu
meselenin, önü ve arkasını da göremeden bu adı kabul edenlerin durumu ve
milleti sürükleyecekleri mecra doğrusu meçhule yolculuk gibi görülmektedir.
Millete ait değerler (maddi- manevi) erozyona uğramış, inançlarımızdan
kültürümüze, iktisadımızdan sosyal yaşantımıza, üretimimizden tüketimimize, her
neyimiz varsa, elimizden çıkmış, nüfusun büyük ekseriyeti “parya” konumuna
düşürülmüştür. Genç kızlarımız şehvet pazarlarında emtia konumuna düşürülecek yasalara
izin verilebilmektedir. Devletimizin manevi şahsiyetine hakaret edilebilmesine
cevaz verebilen yasalara müsamaha edilebilmektedir.
Dirliği bu denli zayıf düşmüş bir
devlette, elbette bazı başkaldırılar tahrik edilecektir. Milli birliği zayıf
hale getirebilecek, “zinde kuvvetleri” (gençlik, ordu, adalet, aile ve eğitim
kurumları) yıpratılacaktır.
Bölücülük için böyle mümbit olan
ortamda devleti yönetenlerin aczi ve iradesizliği belirgin bir hal alınca da,
milleti bir korku ümitsizlik ve karamsarlık duygusu kaplar.
İç ve dış müdahalelere açık hale
getirilmiş devletimizin bu gün Özellikle PKK karşısında etkin bir tedbir
alamayışı, ihanet çetelerini umutlandırmış, onları cesaretlendirmiştir. hain
emlerlini açıktan ifade eder duruma gelenlerin, kamuda inisiyatif noktalarda
bulunmaları ayrı bir teessürümüz dür.
“Kürt meselesi” siyasi alt yapısı
sistemli biçimde oluşturulmadan, alelacele, “bindirme” yöntemiyle milletimize
dikte ettirilmektedir.
“Kürt meselesi” denilen bu
projenin aslında batının balta tutan ellerine bir zemin hazırlamaktan başka bir
özelliği yoktur. Zira doğu ve güney doğuda mevzide yatmakta olan ve bünyemizde
kaynaşmış görünen, Keldaniler, Nesturiler, Ermeniler, Yezidiler ve onların destekleyici
(sponsoru) konumundaki Yahudilerin mevzi kazanma meselesidir. Çünkü Kürtler
müslümandır. PKK gibi Marksist temelli bir terör örgütü ile Kürtleri de zayıf
düşürüp, mevzii gayri Müslim olanlara vermek istemektedirler. Bu o kadar
açıktır ki, anlamamak için ya gafil olmak ya da hain olmayı gerektir.
Bu gün dünyanın muhtelif
bölgelerinden bu bölgeye gayri Müslim göçü var. İktisadi hayat; tamamen gayri
Müslimlerin kontrolündedir. Merak edenler, nüfus tahrir kanunundan önceki aile
künyeleri ile bu gün o bölgemizde siyasi ve iktisadi inisiyatif durumda
olanları karşılaştırsınlar, doğru olduğumuzu görecekler. Ayrıca; İstanbul, Ankara,
İzmir gibi büyük kentlerde gelişmeleri mevziiye yatarak seyreden, bazen de ateşleyenlerde
mevcuttur.
Bu kadar karmaşık bir seyir
içindeki olayları, tamamen kontrol altına alamamış bir iktidarın, “Kürt
açılımı” projesi ne Kürt’e ne de Türk’e yarar sağlar. Mutlak zararı ise devlet
bütünlüğümüze olacaktır. Devlet bütünlüğü zarar görünce mal emniyeti, can
emniyetinden bahsetmek mümkün olmayacak ve kim kimi nasıl boğazlayacağını hiç
düşünmek istemiyorum. Nitekim Özal’ın “gizli açılım” projesinden sonra,
azgınlaşan terör örgütü bölgede, kimin kim ile kan davası varsa terör örgütü
eliyle veya onun adıyla intikam icrasına dönüşmedi mi? Herkesin gözü önünde
cereyan etmedi mi?
Görünen o ki, bu iktidar, “Kürt
açılımı” nı icra etmeye istekli ve ısrarlıdır. İş; vatandaşın Müslüman Türk
Milletinin Ebediyen yaşamak isteğini ortaya koyma iradesini göstermeye
gelmiştir.
Nesim YALVARICI
nesimyalvarici@hotmail.com
YORUMLAR