Bütün canlıların ortak özelliği, üreyip çoğalmak ve neslinin devamını sağlayabilmek ile ilgili irade sergilemesidir. İnsanlar, bilerek v...
Milletlerin hayatı, bir bakıma insanların hayatına benzer. Öylede olmalıdır. Zira milletlerin vücuda gelmesi fertlerin bir arada olması ile mümkündür. Başka bir deyişle, insan için ihtiyaç olan bir şey, devlet için ise, gerekliliktir. Fert için yukarıda ifade ettiğimiz hususlar milletlerin ortak yaşantısı haline gelir ve gelecekleri ile ilgili ihtiyaçlarını ve endişelerini gidermek de, bir zorunluluk olur.
Milletler, geçmişlerini bu güne, bu günlerini de geleceğe taşımak zorundadırlar. Elde ettikleri maddi ve manevi değerleri de, geliştirerek korumayı hedef olarak tayin ederler, öylece yaşamak isterler. Cenap Şahabettin, ”Görebildiğin kadar git, oradan ötesini de görürsün.” Derken, milletler, yaşantılarındaki ufuk çizgisini hesaba katarak, üzerinde yaşadıkları dünyada yer tutup, gelecekleri ile ilgili planlamalarını yapmaktadırlar.
Üç asırdır, Türk milleti, geleceğini nasıl ve nerede olması gerektiği ile ilgili kararını tam ve mutlak belirleyebileceği politikaları uygulayamamaktadır. Devleti idare edenlerle millet, farklı düşünceler ve farklı beklentiler içinde olduğu gözlenmektedir. Milletin küçümsendiği, düşüncelerinin önemsenmediği, millete rağmen millet adına iradesi dışında zorlamalarla idare edildiğini de, müşahede etmekteyiz. Gerek Osmanlı döneminde, gerekse cumhuriyet döneminde, bu iddiayı doğrulayacak onlarca örnek vardır. Zaten üç asırdır uygulanan politikalar, sadece -en az kaybı nasıl verebiliriz -üzerinden yapıldığı da bir hakikattir. Kurtuluş savaşı sonrası, 1924–1930 yılları arası hariç, kazanç sağladığımız politik bir uygulamamız da yoktur. Şu anda Osmanlı Devlet Bakiyesi üzerinde 48 devletin kurulması bu hususu doğrulamaktadır. Her geri adım, yeni bir kayıp olarak millet hayatımızda yaşanmıştır.
Bazen de savaşlara girmeden kaybımız olmuştur. Müttefik olduklarımızın kaybının ceremesini de, biz çekmişizdir. Birinci ve İkinci Dünya harplerindeki kayıplarımız birazda böyledir.
Şimdi durumumuz nedir? biz geleceğimizi nerede aramalıyız.? Milletimize bakılırsa, Milletimize göre, milletimiz tarafından, milletimiz için uygulanabilecek politikalar hiç gündeme gelmemektedir. Bağlantılı olduğumuz uluslar arası kurum ve kuruluşlar, iç ve dış politikalarımızın belirleyicileri konumuna gelmişlerdir. Bizi idare edenlerde alınan kararların meşrulaşması ile ilgili çalışama içinde oldukları gözlenmektedir. İşte Kıbrıs meselemiz, işte Avrupa birliği kararları ile ilgili kararlar, ekonomik ve sosyal politikalarımızın bil-cümlesi bu kabilden politikalardır.
Demokratikleşme “kisvesi “ altında, bölücü unsurların bitmeyen talepleri milli yapımızın zaafa uğrayacağı bir hali almıştır. Azınlık unsurlarının “etnik ve dini” temelde başlattıkları bütün etkinlikler, müsamaha sınırlarının da ötesinde karşılanması, doğrusu korkulacak bir durumu işaret etmektedir. Bölgesel olaylarda, umursamaz ve kayıtsız kalma siyaseti, her gün yeni bir mevzinin kaybolmasını beraberinde getirmektedir. işte Kıbrıs, işte, Musul-Kerkük..
Evet, Dünya geleceğini Avrupa’da değil, Asya’da aramaktadır. Asya da Türk milletinin varlığı ve büyük ekseriyet temsil ettiklerini dost düşman her kes bilmektedir. Avrupa ve Avrupa Birliği rüyası, bu güne kadar hezimete uğradığımız beklentilerin devamı olarak görmek zorundayız. Çünkü “Gümrük Birliğinin” şokunu henüz atlatmamış iken, YENİ BİR “ŞOK” DALGASINA TAHAMMÜL EDEBİLECEKMİYİZ. DOĞRUSU BİLEMEMEKTEYİM. 60 Milyar dolarla ifade edilen “ihracatımıza” karşılık, 90 milyar dolarlık “ithalatı”Avrupa üzerinden yapmaktayız. Bu dahi, iki geri, bir ileri giden bir politika değilimdir. Yani bu anlayışla, yüz adım atacak olursanız, başladığınız noktadan elli metre daha geriye gitmezmisiniz?
Avrupa’nın, ihracat yapabileceği en uygun piyasa, genç ve dinamik nüfusa sahip, Türkiye’dir. Ama biz onların ihraç edecekleri malları başka pazarlardan temin edebilme şansımızı değerlendirmeyecek miyiz? Avrupa birliğinin geleceğinin uzun süreli olabileceği ile ilgili kim bize hangi teminatı verebilmektedir. Kendi aralarında dahi, ihtilaflar yumağı halinde olan bu birlik, Müslüman Türk’ün derdine ne ölçüde çare olabileceğini doğrusu düşünemiyorum.
Biz Avrupa ile Asya arasında bir coğrafyayız. Bu konjonktürümüz dahi, avantaj olarak esnek politikalar kullanmamızı temin etmeye yeter...Ancak, Asya’yı göz ardı etmemiz, bizim sonumuz olur..
Asya ata yurdumuz, Asya öz yurdumuzdur. Güneş üstümüze Asya’dan doğmaktadır. Yaşlı Avrupa, yorgun ve bitkin hale gelmiş, son bir hamle ile bizi, kendisini sırtında taşıyabilecek bir “binek”gibi görmektedir. Bizim varlığımız mukaddes değerlerimizle yoğrulmuştur. Bize “izzetli” yaşamak yaraşır. “Zilleti” bize reva görmeyin...”BÜYÜK TÜRK İLHANLIĞININ SOSYAL EKONOMİK VE POLİTİK AVANTAJLARI” YAZIMIZDA BULUŞMAK ÜMİDİYLE...
![[featured]](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDH6hANoHgUV8gHMF__iPE-_lUwKU2dBh2ySmyppfSXjVZU1EcwCc0q7x_4gtGE8QcD3MtN_BLFJH3CFTNBOWLJTV1pdZJsESUcboeZPMtpQuhFuyk-a-FT3eriqPu1r-4Y_7H59jAxUs/s400/gelecegimizi-ararken.jpg)
YORUMLAR