Efendi kelimesi, dilimize; Türklerin Anadolu’yu kesin olarak yurt yapmalarından sonra girmiştir. Ondan evvelinde kullanılmadığı, gerek y...
Efendi kelimesi, dilimize; Türklerin Anadolu’yu kesin olarak yurt yapmalarından sonra girmiştir. Ondan evvelinde kullanılmadığı, gerek yazılı gerekse sözlü edebiyatımızdan anlayabilmekteyiz. Doğrusu. “efendi” kelimesi ile o kadar özdeşleşmişiz ki, hiç birimiz hangi dilden türediğini veya “etimolojisini” merak dahi etmemişizdir. Eskiden Şehzadeler, din adamları, eğitim görmüş insanlar için kullanılan bir unvan olarak ifade edilirdi. (Kalemiye sınıfı için) Günümüzde ise bey kelimesi ile birlikte özel isimlerden sonra kullanılan ikinci derecede bir unvandır. “Efendi” kelimesi birçok farklı manada kullanılabildiğini de görebilmekteyiz. Ağırbaşlı, sözünü bilen ve itibar edilen kişiler içinde kullanılır. Yalnızca erkekler için kullanılmaz; kadınlar içinde “hanımefendi” olarak kullanılmaktadır. Cinsiyetten öteye, edinilmiş davranışlara göre kazanılan bir unvandır.
Hatta maiyetinde birçok insanın
veya insan topluluğunu çalıştıran onlara hükmeden kişilere de “efendi”
denilmektedir. İsmini bilmediğimiz bir şahsa da “efendi” diyerek sesleniriz.
Bazen de sözün ve cümlenin gelişine göre hiddet veya yüceltmek anlamlarını
taşıyacağı bir şekilde ifade edilebildiğini de bilmekteyiz.
Ama yüklenen en önemli anlam ise,
kendisine itibar edilen, varlığına kıymet verilen, haklarına el uzatılamayan,
kendisi huzurda yok iken de, huzurda imiş gibi varsayılıp hukuku korunabilen
kişiler için kullanılmasıdır.
Peki, bu özellikteki insanın
insani niteliği nasıldır ki, bu davranışa ve bu unvana layık görülebilmektedir?
Şüphesiz bu unvana sahip kişi, erdem sahibi, temiz, güler yüzlü, saygılı,
çalışkan, azimet sahibi, gerekmedikçe konuşmayıp davranış sergilemeyen,
basiretli, ileri görüşlü, cesur, fedakâr, inandığı gibi yaşayan, hile ve yalana
başvurmayan, kendisi dışındaki insanların varlığını sayan, onlara insan olma
şerefini hissettiren, yardımsever, hoşgörülü, gerektiğinde tepki koyabilen
insan tipi…
Bu özelliklere, eğitim yoluyla ve
“geleceğe” giden yolda, kendileri için bir hedef ve “model insan”
kazandırabilecekleri bir hayat tarzını “müfredatlarına” koyabilirlerse,
ulaşabilirler. Hayatın bütün umdeleri(esasları) efendilik müfredatına uygun
hazırlandığında, insanın “edineceği davranışlar” tabii olarak efendilik
olacaktır. iş ve eğitim hayatımızdan üretimden tüketime, eğlencede günlük
yaşantımızda var olması gereken bilumum her davranış efendiliğimizi esas alan
bir anlayışta olması gerektiği zaman, “efendilik” eğitim dilinde “edinilmiş bir
davranış” olarak hayatımızı kapsayacaktır.
Şahsen ben;“Efendilik”
kelimesinin anlamını derinliğine idrak etmem; Peygamberimizin
(s.a.s),”efendimiz” olarak algılamam ve Semiha Ayverdi (Allah Rahmet etsin)
“Kölelikten Efendiliğe” kitabını okuduktan sonra kavradım. Ve efendi olmaya
karar verdim.
Bu gün zillet içinde yaşamakta
olduğunu düşündüğüm dindaşlarım ve kandaşlarım-ırkdaşlarım; yani top yekûn
Müslüman milletler, öncelikle ne kadar efendidirler? Ya da her biri ayrı ayrı
birer efendilerine mi tabidirler. Bu konuyu yeni baştan bir kere daha
düşünmemiz gerekmektedir. Özendiğimiz milletlerin efendiliğini sağlayan husus
nedir? Efendilerine tabi olma mücadelesinde birbirleriyle yarıştıkları, hatta
“ben senden daha iyi yapmaktayım, benim öngörülerim daha iyidir” diyen
politikacılarımız, efendi olmayı hiç düşünmektedirler mi?
Hâsılı Müslüman Türk’ün ve diğer
Müslüman milletlerin yaşadığı coğrafyalarda efendilik kaybolmuş bir değer veya
yitik bir hazine durumundadır. Zira kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılamaktan
uzaktırlar. Efendileri onlara neyi ne kadar tayin ederlerse, onunla iktifa
etmektedirler. Kimi düşman tayin edeceklerine efendileri karar vermektedir.
Kimi dost kabul etmeleri de öyle… Ha keza dünyada gelişen olayların tevilini
dahi onların isteğine uygun yapmaktadırlar. Bizler ülkemizde çıkan yeraltı ve
yerüstü zenginliklerimizi tasarruf edememekteyiz. Kendi mahsulümüzü istediğimiz
gibi ekip biçememekteyiz. İlla; efendilerimizin bize sundukları şartlara razı
olmaktayız. Şekerpancarından şeker oluşturacağımıza, ülkemizde yetişmeyen şeker
kamışından şeker yapmaktayız.
Sınırlarımız ihlal edilirken,
birinin müsaadesine ihtiyaç duyarak tepki göstermekte isek, efendiliğimizin
sorgulanması gerekmektedir. Zira “efendisi” olduğumuzu iddia ettiğimiz vatan
coğrafyasının “egemeni” olmamız gerekir. Sınırlarımızın dışında kalan
soydaşlarımız katledilirken, insanlığın şahit olabileceği ender trajediyi,
sıradan bir olay gibi “umursamaz” bir tarzla karşıladık. Vicdani muhasebe
yapmamız gereken buna benzer nice olaylar karşısında, bigane kalmış bir
efendilik olabilir mi? Dünyada gelişen hadiselerden kendimizi ayrı tutmamız
mümkün değildir. Dolayısıyla gelişen dünya hadiselerinin sebep ve sonuçlarını
idrak edecek bir basirette olmamız, efendi olmamızın ilk ve en önemli şartı
olsa gerektir.
Her şeyin olumsuz seyrettiği
Müslüman Milletlerin dünyasında; belki de yeniden efendilik mücadelesini
başlatıp, efendi olmanın getirdiği avantajları anlatmak zorunluluk olmuştur.
Dahası, sahip olduğu ama yitik durumda olan değerlerine kavuşmanın heyecanını
yaşatmak ona yeniden bir medeniyetin kapılarını açmak farz olmuştur.
Bu iş kolay bir iş değildir. Bir
süreç ister, müfredat ister, program ister, bilgi ister, sabır ister. Zaman ve
mekânla alakalıdır, imkân ister. En önemlisi de “efendi” olamaya karar verecek
bir irade ister.
Efendilik bir mücadele sürecidir.
Zira Müslüman Türk’ün varlık sebebi, kendi medeniyetini yeniden inşa edebilecek
efendi insanlar oluşturmasından geçecektir. Bulunduğumuz noktadan ve
kendimizden başlamak kaydıyla efendiliği yaşayacak ve yaşatacak bir atmosfer
oluşturup, dünyaya bu gözle bakacak bir değişimin öncüsü olmayı sağlamamız
zorunluluk olduğuna her kesi ikna etmemizden geçecektir.
YORUMLAR