CİHANŞÜMUL ANLAYIŞTAN KÜRESSELCİLİĞE, CEMAATLERİN DURUMU

Küreselci anlayış, kendi programını icra etmek ve hedefine ulaşmak üzere, Türk milletini “millet” kılan hususları yok etmek için her yo...


Küreselci anlayış, kendi programını icra etmek ve hedefine ulaşmak üzere, Türk milletini “millet” kılan hususları yok etmek için her yolu meşru sayan bir yaklaşım içindedir. Geçtiğimiz haftalarda, hükümetin kontrolünde ve desteğinde gelişen, “Kürt açılımı-demokratik açılım”ın gölgesinde kalan, Sosyologların ve ilahiyatçıların organize ettiği, belli cemaatlerinde yönlendirme yapmaya çalıştıkları; “cemaatlerin küreselleşmeye katkısı” çalışması üzerine bu konu ile ilgili kamuoyu bilgi paylaşımını uygun buldum.
Cemaat kelimesi, Arapçada, CE-ME-A kelimesinden türemiş bir kelimedir. Anlamı cem etmek, toplamak ve bir araya getirmektir. Cemaat, yüksek bir gaye için bir araya gelen insan topluluğuna denmektedir. Geniş anlamı ile bir fikir ve inanç etrafında toplanan gruba verilen isimdir. Dini terminolojide, beraber namaz kılmak, muhtelif ibadetler yapmak amacı ile bir imamın arkasında toplanan ve en az üç kişiden meydana gelen ibadet grubudur. Bütün bunlarla beraber, cemaat; geniş anlamı ile bir dine inananların tümünü içine alan geniş bir terimdir. “İslam Cemaati” tabiri kullanılmamakla beraber Yahudi ve Hıristiyan Cemaati tabiri de kullanılmaktadır. Cemaat anlamlı ve şuurlu bir birlikteliktir. Kuru kalabalıklar cemaat adını almazlar.
Cemaatin tanımlanmasında; manen tatmin olabileceğim ifade şöyledir: Hüsranda olan insanlığın içinden çıkıp iman eden, imanını eyleme döküp amel işleyen, amelini fasit ya da fasık değil de salih olması için meşruiyet içinde yaşayandır. Meşru usul ve meşru hedefi gözeterek yapan, yaptığı bu hak olma vasfını kazanmış eylemi tavsiye eden ve her şeye rağmen bu tavsiyesinde ısrar edip sabır ve sebat gösteren topluluk "cemaat" değil midir? (Bu bir Müslüman Türk kardeşimden alıntıdır. Kaynağına ulaşamadım..)

Cemaat olgusu, inancım gereği olarak beni hep ilgilendirmiştir. Üzerinde yaşadığımız evrende yalnız başımıza yaşamak gibi bir durumda olmadığımız aşikârdır. O halde toplu yaşamak ve birlikte bir hayatın gereklerini yerine getirmek, işbölümü yaparak dayanışma içinde, yakından uzağa doğru birbirimizle teselsül (zincirleme) bir irtibat ağı kurmak hayatımızı ahenk ve ritim içinde sürdürmek insan olarak hakkımız olsa gerektir.
İlk insan Hz Âdem’den bu güne; insanoğlu, nakli(Allahın peygamberler vasıtasıyla ilettiği buyrukları) ve akli vasıta ile hayatını iyiye güzele doğru tanzim etmeye çalışmıştır. Her gün bir önceki güne göre daha nitelikli hale getirmeye çalışmıştır. Hatta denilebilir ki, “hayatındaki her yanlış, onu yeni bir doğruya yöneltmiştir.” Yaşantı yoluyla elde ettiği birçok bilgi, tecrübe hayatımızda değer olarak yerini almış ve kalıcı davranış haline gelerek, “kültür” formatı içinde nesilden nesil’e aktarılmıştır. İlkel yaşantı, yerini sürekli olarak, medeni ve uygar diyebileceğimiz tarza terk etmiştir.
Bu husus, insan fıtratının da gereğidir. Hatta efendimiz peygamberimiz (selam ona, onun ve ashabının üzerine olsun) “iki günü denk olan ziyandadır” buyurması, bize hayatımızı her gün iyiye, güzele sevk etmemizle ilgili mübarek tavsiyeleridir.  Kudretimizin yettiği bir anlayışla, yani idrak sınırımızın, meşruiyet içinde, tahammül edebileceğimiz hayat tarzı, bizim hayat tarzımız olmalıdır. Zorlamalar, insanlığımıza ait kıymetlerimizi aşındırır. Kimini firavun yapar, kimini ise köleleri…
İnsan yaşantısında, insanlığın ortak değerleri, temel insani ihtiyaçların karşılanmasında, birey olarak karşılaşacağı meselelere çözüm getirecek, vicdani bir rahatsızlık duymamamız için, insanların üzerinde mutabakat (anlaşma) yapabilecekleri otoritelere ihtiyaç vardır. Zira bu yolla cemiyet hayatı “keyfilikten” kurtulabilir.  Bu otoritelerin en önemlisi ve en mükemmeli, “devlettir.”
Zira Müslümanlar, Hz. Ebu Bekr-i Sıdık (R.A) döneminden bu güne cemaatten cemiyete ve de devlete geçmeyi başardıkları halde, bu günkü haliyle “cemaatçilik”, geriye dönüşü temsil etmektedir. Yani “vahdetin kesrete dönüşmesi” şeklinde bir durum olarak karşımızdadır. İslam hem tevhit dini (birleştirme dini), aynı zamanda da cihan şümuldür. Kuranı kerimi, aynı zamanda bütün ilahi kaynakların mecmuu (Toplamı), ya da bütünü teşkil etmesi de, onun cihan şümul olmasını gerekli kılmaktadır. Zaten de öyledir.
Hal böyle olunca, cemaat olgusu, bütünü parçalara ayırmak anlamına geleceği için ümmetin bölünmesi kime nasıl bir fayda sağlamaktadır. Bunun anlaşılması gerekir.
Müslümanların kahir bir ekseriyetle yaşadıkları ülke ve devletlere baktığımızda, ülkelerin durumlarının hiç iç açıcı olmadığını görmekteyiz. Buna, halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde dâhildir. Çünkü toplumsal mutabakatla sağlanan otorite merkezleri, milletin inanç ve idealleriyle örtüşmemektedir. Hatta denilebilir ki, milletin fıtraten var saydığı değerleri, otorite merkezleri bilinçli bir şekilde aşındırmak ve etkisizleştirmek durumundadır. Bu sebeple otorite ile millet sürekli bir çatışma halindedir. Toplumsal hayatta, müşterek değerler oluşturarak yaşamak, bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı millet otorite dışında oluşumlarla yeni otorite merkezleri ihdas etmek durumuyla karşılamak zorunda kaldığı bir vakıadır. Bu sebeple de, her başına kavuk geçiren, kendisini dini otorite, buna benzer oluşumlar ise kendilerini dini otorite merkezi görmektedirler. Sonrasında ayrılıklar, ihtilaflar ve bu toz duman arasında oluşturulan “ritüeller” ve netice kokuşmuşluk ve bir sürü sosyal mesele…
Eğer, milletin varlığından kuvvet almayan bir devlet olmadığı ve “dış dayatma” sisteminin egemen olduğu, sistem ile yönetilen bir ülkede iseniz, o zaman bu durumu bizzat dış mihraklar organize ve teşvik ettiklerini görebiliriz. Her geçen gün kaos daha da büyüyecek ve her yapılanma içten içe birbirlerine bıçak bileyeceklerdir. Dışımızdan bizi kontrol eden merkezler için bu durum, mümbit birer zemin olarak durmaktadır. İstedikleri zaman istedikleri şekilde yönlendirmeler yapabilmektedirler. Aslında bu metot, oryantalistlerin doğuyu yani ekseriyetle Müslümanları kontrol metodu olarak ta ifade edilebilir.
Müslüman ülkelerin durumu, üç aşağı beş yukarı böyledir. Ancak günümüzde ulaşım ve iletişim teknolojisinin dünyayı büyük bir köy haline getirmesi, batının (emperyal siyaset takip eden ülkelerin) hedefleri için farklı strateji uygulaması ile karşı karşıya bıraktığı da bir vakıadır.
Bilgi kaynaklarına ulaşmanın daha basit ve daha kolay olması, insanların düşünce diyalektiğini ve estetiğini kaynaklarından öğrenebiliyor olması, batının işini zorlaştırdığı için, bilgi kirliliği yaratacak bazı yöntemler geliştirdiğini görmekteyiz. Bu yolla düşüncelerin temel dinamiklerini bozmaya, zayıflatmaya, ihtilaf yaratmaya dönük ciddi çalışmaları yürüttüğü de ayrıca bilinmektedir. İslam ülkelerinde “cemaatleşme” fikrinin bu kadar çok neşvü- neva bulmasının hikmeti birazda buradadır.
Millet, inançlarının gereğini hayatının her yerinde hissedeceği bir devlet istediği ortadadır. Bunun en açık örneği ise, neo-liber (yeni liberalist) anlayışın bu gelişimi inançlı siyasetçileri ve inanç söylemlerini dile getiren politikalarla, iktidarı eline geçirmekte ve “cemaatlerin” isteklerini de kısman karşıladıkları içinde her zaman potansiyel iktidar adaylar bu yapı içinden çıkmaktadır.
Dünyaya yeni düzen vermekte kararlı olan batı, AB ve ABD, kuvvet kullanma yöntemi yanında, en yaygın metodu ise kendi kontrolünde siyasal yapılanmalar oluşturmak istediklerini bu yapılanmalarla tahakkuk ettirerek, güya demokratik yöntem ve talepler gereği, bazen açık bazen üstü örtülü müdahalelerle, inisiyatifi elinde tutmaktadır.
Bu projeye küreselleşme adı vererek, insanların ortak değerler etrafında ve desteğinde yönetilmesi, dünyadaki ekonomik kaynakların kullanımından herksin istifade edebilmesini sağlamaktır. Teoride bu hoşa gidebilir, ancak pratikte sadece ekonomik kaynakların batı insanı tarafından kullanılmasının hedeflendiği, birkaç yüzyıllık sömürüyü esas alan bir projedir. İçinde bilgi kirliliği, baskı, tehdit, aldatma ve manipülasyon (hileli yönlendirme) olan bir oyundur.
Bu sebeple ülkemizde küreselleşmeyi sempatik gösterme çalışmaları içinde olan, hükümet ve “küreselci” yapıyla ilişki içinde olan cemaatlerin durumlarını bilmemizde yarar vardır.
Öncelikle küreselleşmede mutlak bir anlayış vardır. Küreselleşenler ve küreselleştirenler… Biz, ülke olarak, küreselleştirilenler arsında öncelikli sırada yer almaktayız. Emperyalizmin açık boy hedefi…
Cemaatlerin, İslam’ın sadece ibadet dini olduğu üzerinde ısrarlı bir yaklaşımları vardır. Haklıdırlar da… Ancak, İslam dini aynı zamanda bir medeniyet dinidir. Ahmet Ağaoğlu’nun ifadesiyle, “tarz-ı hayattır”. Cemaatlerin asli görevi, Müslümanlara İslam’ın asırlara ve bütün zamanlara hitap eden yüzünü göstermek olmalıdır. Batı medeniyeti hayatın bütün unsurlarını kapsayacak bir yaklaşımla, İslam’ın temel teşkil edeceği alternatif medeniyetlerin değerlerini yok etmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda İslam’ı da kendisine eklemlendirerek, asli yapısını bozup, kendi potasında eritmeye çalışmaktadır. Bunu herkes ve her şuurlu Müslüman fark etmektedir. Ne var ki, iktidar erkinin sarhoşluğuna düşmüş Müslümanlar, bizim gibi düşünenleri ön yargılı olarak görmektedirler. Yaptıkları her işi de kusursuz görmektedirler… Özallı yıllarda düştüğümüz hataların bedelini bu mantıkla ödemekteyiz.
Ülkemizde siyasetin beslendiği iki konu mevcuttur. Birisi din, diğeri ise etnisitedir. Bu yapı üzerinden siyaset yapanlar, bilerek veya bilmeyerek, kin, nefret ve düşmanlık tohumlarını ekmektedirler. Bu anlayış, tek partili dönemde, inanan insanları, “ötekileştirerek” istismarcı din bezirgânlarından ayırt etmeden hedef haline getirmekle başladı… 1950’li yıllardaki Menderes döneminde de dini değerler esas alınan bir yaklaşımla, karşı tarafı “ötekileştirme” durumu gözlendi… Cemaatler bu dönemde, pervasızca, siyasete girmeleri ile doruğa ulaştıkları gözlenir. Hatta Mehmet Şevket Eygi bu durumu şu ifade ile izah eder: “cemaatler siyasete, zücaciye dükkânına giren fil gibi girdiler” demektedir.
Hâlbuki siyasetten ve siyasetçiden beklenen görev, sosyal ve ekonomik meselelerde getireceği çözümlerle, toplumun barış ve esenliğe ulaşmasını sağlamaktır. Yoksa siyaset, “ötekileştirme” temelinde bir yapılanma değildir.
Cemaatlerin yapılanmalarına baktığımızda, emir-komuta sisteminin ciddi şekilde ve hiyerarşik bir düzene tabi olarak yürüdüğünü ve bu sistemden istifade edenlerin, cemaat mensuplarının kişilik haklarını gözetmeden, iradelerini kullanmalarını ipotek altına aldıkları bir vakıadır. Bu toplumsal yapımızın demokratik değerleri algılayıp yaşaması bakımından üzerinde durulması gereken bir sorundur.
Siyasal yapılanmalar, iradeleri iğdiş edilmiş cemaatlerden blok oy alacak yöntemlerle onları sistemin içine çekmektedirler. Dolayısıyla blok oy alabilecekleri bir avantajı kullanırken, aşiretçilik anlayışını geliştiren etnikçilerde bu yolla blok oy toplayabilmektedirler. Bu yola tevessül etmeyen siyasi yapılanmaları ise siyasi yönden başarısız veya temsil yeteneğinden yoksun olduklarıyla ilgili ithamda bulunabiliyorlar.
Cemaatlerde siyaset içinde kendi varlıklarını devam edecek alternatif politik yaklaşımlarla, devletin “sosyal devlet” olma özelliğini engelleyici çalışmalar yapmaktadırlar. Bu gün üniversite gençliğinin barınma meselesi ne acıdır ki, böyle politikaların sonucunda oluşmuştur. Devlet bu hizmeti sınırladığı için, üniversiteler öğrencileri cemaatlerin pençelerine adeta itilmiş durumdadırlar.
Ayrıca cemaatler bu hizmeti yerine getirirlerken de, iki başlı bir istismarı yaptıkları göz ardı edilmemelidir. Birincisi, milletten himmet diye karşılıksız topladıkları her türlü emtiayı, öğrencilere para karşılığı verdiklerini artik herkes bilmektedir. Ayrıca barınmaya aldıkları her öğrenciyi cemaate “ritüllerle” donattıktan sonra, kurşun asker gibi piyasaya salmaktadırlar.
Bu arada demokrasilerdeki kuvvetler ayrımı prensibine uygun hükümet yürütmeyi yaparken, cemaatlerden en üst seviyede yararlanabilmekte ve devletin imkânlarını, tercihe sebep olacak şekilde bu kaynaklardan kullandırabilmektedir. Yargı ve yasamanın ise nasıl bir yapı içinde olduklarını bilmiyorum. Devlette görev alabilmek herhangi bir cemaate veya da hükümete yakın cemaatlere yakınlıkla mümkün görülmektedir.
Milletin hac ibadetinde de cemaatlerin varlığını görebilmekteyiz. Öyle ki, Müslümanlığın beş şartından biri olan hac ibadeti, turistik gezi hüviyetiyle ticaret kapısı haline getirilmiş, hâlbuki hac ve umre, İslam’ın ve Müslümanlığın yıllık kongresi durumundadır. Yani bir yılda dünyadaki Müslümanların sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel yönden bir muhasebesinin yapılması gerekmez mi?   Veda hutbesi sosyolojik bir zeminde mütalaa edilirse görülecektir ki, haklılığımız ortadadır. Bu yapısından uzaklaşalı bir hayli zaman olmuştur. Cami cemaati de “kudret simsarlığı” yapan din tacirlerinin elinde oyuncak olmuş durumdadır. Bir siyasal yapılanmanın  “arka bahçesi” şeklinde Müslüman cemaati abluka altına alıp, onu da sömürü ağı içinde düşünmektedirler. Hâlbuki cami cemaatleri, bulundukları mahallerdeki insanların hastasına, düşkününe yolcusuna, garip gurebasına yardımda bulunacak bir yapılanma içinde olmalıdır. Genç ve çocukların zararlı akımlara karşı korunacağı, sosyal, kültürel, sportif, dini ve milli duyarlılık şuuru veren merkezler haline gelmelidirler.
Devletin sosyal yüzüne belki de destek vermelidirler. Bir siyasal yapılanmaya angaje edilirler ise, camiye siyaset girer. Biliyoruz ki, camiye okula, kışlaya siyaset girdi mi, o ülkede zihinsel kaos var demektir. Cemaatler, cemaatlerin mensubiyeti esasın göre camileri ayırmaları, İslam ittifakına zarar verdiği bir vakıadır. Filanca cemaatin camisi, falanca cemaatin camisi şeklinde camilerin bölünmüşlüğü ayrı bir yaradır içimizde…
Son zamanlarda cemaatlerin temsil edildiği basın ve yayım organları, milletin doğru bilgiye ulaşmalarını engellemek için yoğun “bilgi kirliliği” programları yaptıkları da bir gerçektir.
Uzun bir süreden beridir “hoşgörü” ve “dinler arası diyalog” adları altında, İslam’da ferdin serdetmesi gereken ve “cihat” ruhunu canlı tutan, cesaret, feraset, basiret, şecaat, metanet gibi hasletleri bir tarafa bırakarak, Müslüman’ı pasif bir hayata sevk eden çalışmalar meyvelerini yavaş yavaş vermektedir. “Ilımlı Müslümanlık” utanmasalar, “layt Müslümanlık” da demekten çekinmeyeceklerdir. İslam fıtrat dini olarak zaten insana “itidali” yani orta yolu, telkin etmektedir.
Biliyoruz ki, cemaatler, üyelerinde mutlak itaat istemektedirler. Onların “öz eleştiri” yapacak bir yaklaşımına asla izin vermezler. Böylece cemaatler vicdanlarının sesine kulak vermeden, “kurşun asker” olarak hayatlarını idame ettirirler. Şeyhleri hangi siyasi yapılanmaya işaret ederse, komple oraya iradelerini teslim ederler.
Özellikle, neo- liberal (yeni liberalist anlayış) bir kumpasa teslim olmuş cemaatlerde, son zamanlarda batının telkin atlarını, toplumun tercihine sunma gayretlerini görmekteyiz. Hatta cemaatlerin yeterince küreselleşmeye katkı sağlayabilmeleri gereğini, kitaplar yazarak desteklemektedirler. Ali Bulaç ve taifesi söylenebilir… Dahası, cemaatlerin küreselleşmeyi etkilemesi gayretlerinden bahsedilmek durumundadırlar. Ayrıca cemaatlerin yurt dışında açtıkları okullarda bayrak, milli marş ve milleti anımsatacak her simge ve işaretten vazgeçmesi gerektiğini akademik platformlarda ifade etmektedirler. Bu iddialarımla ilgili, şahıs ve iddia ettikleri hususlar kamuoyunda da sunuldu…
Sonuç olarak, cemaatler; cemiyet ve devletin birer sosyal organı hükmündedir. Devletini karşısına alarak salt “cemaat ruhunu” canlı tutmak için devletle ve değerlerle cebelleşmek devlete zarar verir, ancak sonrasında onlarında mahvına sebep olur. İşte, ırak canlı örnektir.
Cemaatlerin, kendi içlerinde de birliktelikleri yoktur. “nur cemaati” kaç parçaya bölünmüş olduğu ortadadır. Her biri birlerini ne ile itham ettikleri de ortadadır. Diğer cemaatler kendi oluşturdukları ritüelleri dindeki “naslardan” öncelikli halde tutmaları İslam’ın tevhit akidesine zarar vermektedir. Kötü niyetli insanların, bu durumu, farklı amaçlarda değerlendirmelerle milleti ihtilaf girdabına çekmek fırsatına sahip olmalarının sağlandığını bilmemiz gerekir. Bütün siyasal yapılanmalara eşit mesafede kalmaları, İslami yaklaşımın, devletle birey arasındaki meselelerde, fertle ferdin arasındaki meselelerde, nihai çözüm mercii haline gelen adil bir hakem hüviyetine kavuşturmak, verecekleri İslami hizmetin güvenirliliğini sağlar…
Ey kanaat önderleri! Küreselleşme, batının yüzyıllık rüyasını gerçekleştirmek üzere tasarlanmış bir projedir. Buna katkı sağlamak gibi bir vebali Müslümanlara yüklemeyiniz.
“Medeniyetler ittifakı” kulağa hoş gelen, duygularımızı kabartan bir insanlık ideali gibi gelebilir. Bu insanlığın barışa olan özleminden kaynaklanır. Dinamiklerini kaybetmiş bir medeniyet diğer medeniyet içinde eriyip gitmeye mahkûmdur. Önce “İslam medeniyetini” kendi dünyamıza egemen kılalım ki, alternatif bir medeniyet iddiasında bulunabilelim. Yoksa hayalî bir macerada, elimizdeki medeniyetimize ait kırıntıları da kaybedebiliriz.
Cihan şümul anlayış; İlayı kelimetullahı, yeryüzüne egemen kılmak ve insanların Allahın emirleri doğrultusunda yaşamasını sağlamak idealidir. Küreselleşme ise, dünyayı bir şirket gibi yöneten güçlerin arzularına uygun bir hayat tarzından başka bir şey değildir. İnsanların bir kısmını diğer bir kısmına köleleştirmenin  “sırlı” adıdır.

YORUMLAR

Ad

Makale,131,Şiir,12,
ltr
item
Nesim Yalvarıcı Blog: CİHANŞÜMUL ANLAYIŞTAN KÜRESSELCİLİĞE, CEMAATLERİN DURUMU
CİHANŞÜMUL ANLAYIŞTAN KÜRESSELCİLİĞE, CEMAATLERİN DURUMU
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoo3tajY6hbbSF1M4WST3rdSrCcVtq8LSSFDmo3BCjHqdNHUHP69TFSPNqNXq6eWRzYdreiclDG0ykD6q1hkJAuMwHXR1p03hj8g1jOFKcP6Bdrkqfh-Wk48AXeWKR9Qhz18ytnMl5ii8/s320/01.jpg
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoo3tajY6hbbSF1M4WST3rdSrCcVtq8LSSFDmo3BCjHqdNHUHP69TFSPNqNXq6eWRzYdreiclDG0ykD6q1hkJAuMwHXR1p03hj8g1jOFKcP6Bdrkqfh-Wk48AXeWKR9Qhz18ytnMl5ii8/s72-c/01.jpg
Nesim Yalvarıcı Blog
https://www.nesimyalvarici.com/2017/01/cihansumul-anlayistan-kuresselcilige.html
https://www.nesimyalvarici.com/
https://www.nesimyalvarici.com/
https://www.nesimyalvarici.com/2017/01/cihansumul-anlayistan-kuresselcilige.html
true
4680738629484459283
UTF-8
Tüm Yazılar Görüntülendi Hiç yazı bulunamadı TÜMÜNÜ GÖSTER Devamını oku Cevapla Cevabı iptal et Sil Yazar: Anasayfa SAYFALAR GÖNDERİLER Hepsini gör SİZİN İÇİN TAVSİYE EDİLEN ETİKET ARŞİV SEARCH TÜM GÖNDERİLER İsteğinizle eşleşen bir yayın bulunamadı Anasayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Paz Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık Oca Şub Mar Nis Mayıs Haz Tem Ağu Eyl Eki Kas Ara şimdi 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago Dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago 5 haftadan daha önce Takipçiler Takip et BU PREMIUM İÇERİK KİLİTLENDİ ADIM 1: Bir sosyal ağda paylaşın 2. ADIM: Sosyal ağınızdaki bağlantıyı tıklayın Tüm Kodu Kopyala Tüm Kodu Seç Tüm kodlar panonuza kopyalandı Kodlar / metinler kopyalanamıyor, lütfen kopyalamak için [CTRL] + [C] (veya Mac ile CMD + C) tuşlarına basın İçerik Tablosu