CEMAATLER ÜZERİNE BİR MÜLAHAZA Cemaat; muhtelif sosyal meseleler karşısında, bir araya gelen topluluklara verilen genel addır. Ay...
Cemaat; muhtelif sosyal meseleler
karşısında, bir araya gelen topluluklara verilen genel addır. Aynı zamanda, farklı
bir millet içinde, azınlık duruma düşmüş, kendi kültürel ve milli yapısını
korumaya dönük, bir araya gelen insanların oluşturdukları topluluklardır. Ancak;
ülkemiz pratiğinde ise; mağduriyet psikolojisi üzerine inşaa edilmiş olup, dini
esasların yürürlüğe girmesini ve hayata hükmetmesini sağlamak üzere,
yerel/genel bir topluluk oluşturup, taraftar kazanmak ve giderek toplumun bütün
katmanlarına yaymak isteyen sosyolojik topluluk şeklini almıştır.
Bu faaliyetlerini, iki gerekçe
ile ifade etmektedirler; birincisi, dini hükümlerin zaman içerisinde insanlar
arasında tefessüh (yürürlükten kaldırılması) edilmiş olması, ikincisi ise, dini
esasları, dini bilgilerden yoksun kişiler ile farklı inançlardaki topluluklara
tebliği etmektir. Zira bütün dini inançlara göre her dindar insan, dini
vecibeleri arasında, kendi dininin tebliğ görevi, inancının gereğidir. Dolayısıyla,
inanç temelinde gerekli tebliğin yapılabilmesi için örgütlenmek suretiyle bir
araya gelinmekte ve bu yapılanmaya cemaatleşme denmektedir.
Cemaatler, tarikatlarla çoğu
zaman karıştırılmaktadırlar.
Kavram olarak karıştırılmamaları
için, aralarındaki farkın bilinmesinde fayda vardır.
Tarikatlar, dini esasları (şeriatın)
tasavvuf çerçevesinde düşünmektedirler. Asıl işleri irşattır. Yani dini hükümlerin
(Müslümanın mükellefiyetinde bulunan kulluk görevleri yani ibadet ve taatlerin)
anlaşılabilmesini sağlamak üzere, uyguladıkları bir metottur. Her tarikatın bir
mürşidi (irşat eden-konuyu aydınlatan) vardır. Tarikat mürşidi, hayatta
olmalıdır, ya da, vekil tayin etmelidir. Mürşit ölmüş ve vekil tayin etmemiş
ise, o tarikat kapanmış sayılır.
Cemaatler ise, tarikatlardan
farklı olarak şeriat esaslarının ortaya konmasını ve cemiyete hâkim kılınmasını
temellendirmek maksatları vardır. Örgütlü bir yapılanma vardır. Cemaat liderine
“ hoca” denir. Bilgi seviyesi ne olursa olsun. Ona mürşit denmez.
Cemaatler, “cemaat evi” denilen yerlerde tebliğ görevi yaparlar, tarikatlarda
“dergâh” denilen yerlerde “irşat”
görevinde bulunurlar.
Tarikata tabi olanlara “mürit” denilmektedir. Cemaate tabi
olana ise “talebe” olarak ifade
edilmektedir.
Tarikatlar, siyasi faaliyetlerde
bulunmazlar.
Cemaatler ise topluca veya
bireysel olarak bir partiyi destekler veya faaliyetlerinde bulunabilirler.
Günümüzde olduğu gibi… Modern devletlerde bu yapılanmaların, demokratik kitle
örgütleri veya sivil toplum kuruluşları adı altında da yürütülebildiği görebilmekteyiz.
Cemaat yapılanmaları vakıflar,
dernekler, sendikalar, iktisadi kuruluşların sosyal temsilciliklerinde de
görmek kabildir.
Kur ’ani Kerim ve hadisi
şeriflerde dini esaslar vaz edilmesine rağmen, bu kurumların oluşturulması veya
oluşmasına neden ihtiyaç duyulmuştur? Asıl üzerinde düşünülmesi gereken husus
budur.
İslam dini, yeryüzünde, farklı
bir medeniyet tasavvurunu öngören bir yapı içinde, insanlara, var olan diğer
anlayışlardan farklı bir hayat tarzı sunmaktadır. Doğal olarak, alternatif bir
hayatı sunmakla, rekabetçi bir anlayışında temsilcisi durumuna gelmiştir. Böyle
olunca da, diğer dinlerin- tahrif olmuşlar- karşı hareket geliştirmiş ve
misyonerlik faaliyetleri ile dini naslara müdahale etmişlerdir.
Batı dünyasının oryantalist
anlayışı, tam da bu iş için tasarlanmış ve bu gün küresel tehdit unsurları
tarafından uygulanabilmektedir. Nitekim Cemil Meriç; “Oryantalizm, sömürgeciliğin
keşif koludur.” demektedir. Oryantalistler düşünce pratiklerine zemin
hazırlamak için İslam düşünce sisteminde ihtilafların tarafı gibi görünen,
mezhep, tarikat, cemaat ve siyasal yapılanmalarından istifade edilmektedirler.
Ne acıdır ki, “tevhit” dini olan İslam dini, bu görüntüsü ile “kesret” içine
düşmüş, birbirlerini boğazlamaktadırlar.
Şöyle bir görüntüyü de görmemiz
mümkündür; küresel yapılanmalar ve tehdit unsurları, üçüncü milenyumda hedef
haline getirdikleri, “Asya’yı Hristiyanlaştırma projesinde” İslam itikadını
ortadan kaldırmaya çalışırken, Müslümanlar eliyle Müslümanları katletmesi bu projenin
parçası olarak uygulamaya konulmuş görünmektedir. Hemen hemen bütün Müslüman
ülkelerde ve Müslümanların yaşadığı yerlerdeki durum böyledir.
Birisi, “ Allah Ekber” diyerek
diğerinin başını vücudundan ayırırken, diğerinin katledilirken “şehadet” kelimesini
getirmesi, iddiamızı doğrular niteliktedir. Dahası, “Allah’u Ekber” lafzı celil
ilini, “katillerin sloganı” haline getirmişlerdir.
Bozguncu bir anlayışın, geçmişten
bu güne İslam düşünce pratiğinde var olan ihtilafları sürekli bir şekilde canlı
tutması, Müslüman milletlerin yaşadığı devletlerde, tarikat, cemaat, mezhep
taassubunu geliştirmeyi ve desteklemeyi esas kabul etmiştirler. Bu sebeple de,
İslam ittifakı ve ittihadının gelişme göstermesi ihtimalinde, ihtilaflar devreye
sokulmakta, bunu gerekçe göstermek üzere müdahalelerde bulunulduğu sürekli
yaşanılan bir durum olarak bütün açıklığıyla karşımızdadır. Çünkü bu gün
dünyada güçlü ve şahsiyetli bir Müslüman devletin vücuda gelmesi küreselcilerin
bu oyununu bozacaktır.
Aynı zamanda, cemaatlerin
varlığını Müslüman ülkelerin iç istikrarını tehdit edecek şekilde “devlet
düşmanlığı” temeline de oturtmuş bulunmaktadırlar. Bütün cemaatler, mensup
bulunduğu devletin müesses nizamı ile mücadele halindedirler. Bu durum küresel
tehdit unsurlarınca her zaman harekete geçirilebilecek hazır bir potansiyeldir.
Gerek görüldüğünde, özellikle de
batı da, cemaatlerin lojistiğini sağlamak suretiyle, Müslüman cemaatleri dünya
kamuoyunun dikkatine sunacakları organizasyonlarla da sahneye çıkarabiliyorlar.
Bu sayede, kendi siyasi ve iktisadi emellerine hizmet edebilecek şekilde
planlamalar yapabilmektedirler. Nitekim kırk yıla yakın Türk devletinde dini
hizmetlere de bulunan ve müftülük makamından emekli olan Cemalettin Kaplanı bu
şekilde kullanabildiler. Bu olayın zamanlamasına bakacak olursak durum daha
anlaşılır olacaktır. Almanya ve Avrupa’daki gurbetçilerimiz, kazandıkları
paraları sürekli olarak, sıcak para şeklinde ülkemize gönderiyorlardı.
Uygulanan bütün cazip politika ve teşviklere rağmen, bu durumun önüne geçemeyen
Avrupa ve Almanlar, Cemalettin Kaplan ve mensup olduğu “Milli Görüş Cemaati”
ile “İslam şeriat devletinin” ilanını yaptırıp, gurbetçi kardeşlerimize; “Türkiye’ye paralarınızı yollamayın, orası “dar’ul
harptir” demek suretiyle, cemaat vasıtası ile istediklerini elde etmişlerdir.
Milletin para göndermemesi alışkanlık halini almasına müteakip, cemaatin
hükmünü de ortadan kaldırmışlardır. Buradan da anlaşılan husus, cemaatler aynı
zamanda dış bağlantılı çalışmaktadırlar.
Yine lüzum görüldüğünde, devletin
temel dinamiklerini, yok edecek organizasyonlardan kaçınmadıklarını, 15 Temmuz
kalkışması, hafızalarımızda, bütün tazeliği ve canlılığıyla durmaktadır.
Ülkemizde, devlet bütünlüğüne
karşı örgütlenen bu yapılanmaların, geçmişte de sicilleri çok sağlıklı
olmadıkları bilinmektedir. Zira istiklal harbinde “zararlı cemiyetlerle” kontak
içinde oldukları gibi, düşman cepheyle de iletişime geçmekte beis
görmemişlerdir. Hatta işgalin meşruiyetine cevaz veren vesikalar dahi
mevcuttur.
Cemaat ve cemiyet ilişkisinde göze çarpan en
önemli şey, cemaatler yüzleri birbirlerine dönük daireler gibi dururlar,
kendilerinin dışındakilere her zaman sırtları dönüktür. Dolayısıyla İslam’ın
“tevhid akidesi” yani İslam’da birleşme fikrini önemsemezler. Arkaları hep
cemiyete dönüktür.
Sosyolojik bir analiz
yapıldığında, cemaatlerin varlığına işaret eden ortak özellikleri görmemiz
mümkündür. Zira hedefleri; kurumsallaşmak, devlete cemaat kimliğiyle sızmak,
devlet imkânlarını sadece kendi cemaatlerine kullanmak, halkın yardımseverlik duygusunu
istismar ederek, kendi maksatlarına uygun kullanmak, himmet ve yardım toplamak,
yurtlar açmak, okullar açmak, banka ve iktisadi kurumlar oluşturmak, kamu
bürokrasisini ele geçirmek, siyasi nüfuz elde etmek…
Üniversiteler, tamamen cemaatleşmenin üs
merkezleri konumuna girmişlerdir. Yetkinlik ve akademik ahlakı hiçe sayan bir
zemin oluşturulmuş, cemaatler arası hâkimiyet alanı olarak görülmektedir.
Üniversitelerde kadrolaşma ve statü tayin etmek, senatoların yerine cemaat evlerinde
verilmektedir.
Ülkemizde, iktidarın omurgasını
oluşturan bir yapı, cemaatlerdir. Siyasi taassubun bu kadar katı uygulama
içinde olmasının temel sebebi de budur. Aynı zamanda siyaset erki, bu gün
cemaat mensubiyeti öne çıkmış insanların tehdidi ile uzlaşma ve diyaloglara
kapalı bir görüntüdedir.
Cemaat ve dergâh merkezleri, medya
da ciddi etkileri sayesinde, siyaseti maniple edebilmekte, karşı düşüncelerin
kendisini ifade edebilme fırsatını ortadan kaldırmaktadırlar.
Sosyal hayata, filin züccaciye
dükkanına girdiği gibi giren cemaatler, toplumu ayakta tutan sosyal konsensüsü
hiçe saymış, ahlaki ve hukuki değerlerden uzak,herşeye müdahale ederek,kendi
uhdesine almayı başarmışlardır.
Son yirmi senede kamuoyunda
infiale neden olan yolsuzlukların arkasında hep cemaatlerin varlığının olması,
giderek dinden uzaklaşma riskini ortaya çıkarmıştır. Özellikle mali ve parasal konularda kamuoyunu
meşgul eden meseleler, toplumda nefrete varan bir tepkiyi geliştirmiştir. Zira Kombassan,
Yimpaş, Deniz Feneri, İhlas Finans, Ensar Vakfı ve son olarak ta, Süleyman
efendi cemaatleri, gündeme gelirlerken, devletin,
idari hukuk çerçevesinde etkisiz ve pasif kalması, siyasetin ve devletin
cemaatler tarafından teslim alındığını göstermektedir.
“Fetö”, hücre faaliyetiyle
başlayan, “dinler arası diyalog” ile olgunlaşan, devletin stratejik kadrolarını
sevk ve idare eden duruma gelmesi ile doruğa çıkan, uluslararası bir şebekeye
dönmesine rıza gösteren siyasi iktidarlar, bu örgütün terör örgütü hüviyetinde
hareket etmesini, “ucu kendisine dokunana kadar” sessiz kalmışlardır. Tehlikenin
fiili duruma dönüşmesi, milletin infiali ile hükümet müdahalesini sağlamıştır. Bundan
çıkan netice, aynı temel prensiplerle çalışan cemaatler, geleceğimiz için açık
bir tehlike hüviyetindedir. Bu bakımdan “Fetö” örgütünü “terör sosyolojisi”
kapsamında münhasıran incelemek gerekir.
Devlet ile vatandaş arasındaki
ihtilafın hakemi konumunda olması gereken din olgusu, cemaatler sayesinde güven
problemini doğurmuştur. Taraf olmak ve cemaat mensuplarının temsildeki
seviyesizliklerinden ötür de, insanlar dinden de uzak durma eğilimlerinde
görünmektedirler.
Devlet hayatımızda ve
geleceğimizde potansiyel tehlike unsuru olarak görünebildiklerini de
görebiliyoruz.
Zira aynı metot ve aynı sistem
bütünlüğü içinde hareket etmekte olan cemaatler, gelecekte yeni “fetö” harekâtı
üretmeyeceklerini kimse garanti edemez. Mevcut durumdan ders alınmadığı
kanaatini taşımaktayım. Nitekim “fetö” nün boşalttığı alanı doldurmak ve yeni
bir cemaat ikame etme yarışlarını, gerek bakanlık kadrolarına
yerleştirilmelerde, gerekse sendika (hükümet kontrolündeki)vasıtasıyla mahalli
idarelerde gözden kaçmayacak şekilde sürdürülmektedir.
Hedef, metot ve gaye
birlikteliklerinde ufak nüanslar olmasına rağmen devlete
sızdırma/yerleştirmeler, birkaç sene sonra, yeni problemlerin varlığına işaret
etmektedir. Emperyalist ve küresel tehdit unsurları için mümbit zemin
oluşturulmakta ve geliştirilecek, pragmatik ve makyavlist bir siyasi anlayışla
yeniden bir tehlikenin fitili yakılabilmektedir. Son yüz elli senelik
tecrübelerimiz göstermektedir ki, batının oryantalist anlayışının ışık tuttuğu
iç ayaklanmaların ekseriyeti, cemaat ve dini nitelikte oluşturulmuş
hareketlerdir.
Bu gün gelinen noktada herkes
duyarlılık ve farkındalık içinde hareket etmek zorundadır. Farklı düşünmenin
insan olmanın bir gereği olduğu gerçeğinden hareketle; Hükümet edenler bilmelidir
ki, “adalet ve liyakat” meselesini “hakikat” ışığında ve “meşveret” bir diğer
deyişle, “şura” ortamında ikame etmek mümkündür.
Nesim Yalvarıcı
YORUMLAR