İnsanın yerleşik hayat düzenine geçmesi, iş ve görev paylaşımına dayalı bir hayatın gerekliliğini öngördü. Gerek avcılık döneminde, ger...
Doğaya bakıldığında, onu güzelleştiren şey, farklı renklerden oluşan bir renk armonisine sahip olmasıdır. Yeşil’i, sarısı, Al’ı, moru… Gökkuşağının güzelliği, gizemi kadar, onun farklı renklerin bir arada olan görüntüsünün yarattığı ahenktir.
Evrenin ruhu, birlikte yaşama üzerine tasarlanmıştır. İnsanlığa ait ne kadar referans bilgi ve değerler varsa, farklılıkların uyumundaki estetikle ifade edilmektedir.
Ufukta batmakta olan güneşin, bulutlarda yarattığı görüntü veya ışık huzmelerinin bulutların arasında, mavi göklerle yarattığı tablo hepimizin hayranlıkla seyrettiğimiz anlık görüntüler değil midir?
Hayatı ve dirilişi sembolize eden bahar mevsiminde tabiatın inanılmaz güzelliğinde kendimizi mutlu hissetmemizdeki sebep ne ola ki? Rengârenk çiçeklerle bezenmişlik değil mi?
Elbette o dur.
Hayatın dört unsurundan biri olan suyun iki ayrı elementi bir arda iken, vazgeçilmezimiz, belki de olmazsa olmazımız değil midir? Her element, ayrı ayrı belki de hayatımızı olumsuz etkileyecektir. Hava, toprak, güneş hepsi farklı elementlerin oluşturduğu bir bütünlüktür.
İnsanlık tarihi incelendiğinde, insanların mutluluğu birliktelikte bulmaya çalışmaktadır. Bunun evveli ve devamı da böyledir.
Günümüzde gelinen nokta, doğuştan sahip olunan doğal haklar, evrensel insan hakları kapsamında kabul edilmesidir. Hem de devletin garantisi altında olduğundan, herhangi bir ihlal durumunda hiçbir parametreye bakılmaksızın cezalandırılması elzemdir.
Üstelik doğal hakları bir lütufmuşçasına insanlara sunmak veya pazarlama aracı olarak kullanmak hem suçtur, hem de gayri insani bir davranıştır.
Bu temel esas kabul gördüğünde, birlikte yaşamanın en önemli ve ön şartları oluşmuş olacaktır. Geriye kalan diğer şarlar demokratik platformlarda kolayca çözüme kavuşturulabilmektedir.
İlahi- semavi dinler ve beşeri inanışların ulaşmaya çalıştığı hedeflerin başında, birlikte yaşamak iradesinin kabul göreceği bir toplumsal mutabakat gelmektedir. Bu gün dünyanın içinde bulunduğu kaotik durum ne hazindir ki, bu durumun tesis edilmesindeki eksiklikler ve aksaklıkların bir türlü giderilememiş olmasındadır.
Farklı düşünmenin; “insan olmanın” bir gereği olduğu hakikatini kabul görmemiz halinde, meselenin çözümü daha kolay olabileceği ortadadır.
Esas mesele, birlikte yaşamayı zorlaştıran adalet erkinin etkinliğinin azlığı, yaptırımların güdük kalması yanında, bu durumu besleyen önyargıların varlığıdır. Aynı zamanda, kişinin “Temel insan Hakkı” kapsamında “kendisini ifade ettiği” biçimi ile kabul görülmemesinde yatmaktadır.
Yaşantı yoluyla elde edilen değerler kültür olarak ifade edilmektedir. Kültürün özgün olması onun doğasında vardır. Dolayısıyla farklı kültürlerin varlığı, birlikte yaşamanın önünde bir engel olmayıp belki de, kültür bileşenlerinden evrensel ölçütteki medeniyetlerin varlığından bahsedilebilir.
Millet olarak, değerlerimizin asli referansı ilahi kitabımız Kur ’ani Kerimdir. Hucurat suresi 13. Ayeti insanlığa mesaj olarak vaz edilen ayeti kerimede; Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki Allah’ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), en çok takva sahibi olanınızdır. Muhakkak ki Allah, en iyi bilen ve haberdar olandır.
Bu ayeti kerimeden, akıl sahibi her insan anlayabilmektedir ki, yüce Allah, farklılıkları da yaratandır, farklılıkların varlığından birlikte yaşayabilmenin önermesi olduğu anlaşılmaktadır.
Birlikte yaşamanın, temelde insan olma olgusunu benimseyip, yaşantı yoluyla ortak değerler üretmek, ortak değerleri erdem sayılacak bir davranışlar manzumesine uygun hale getirmekle mümkün kılmaktır.
Bunun için insanın geliştirdiği ve geçmişten günümüze gelişim seyri içinde vücut bulan devlet yapısını buna göre organize ve temellendirmekten geçmektedir.
Devlet; dört ana temel üzerine inşa edildiğinde, birlikte yaşama şartları kolayca tahakkuk etmektedir.
Adalet, Gerçeklik,(hakikat)Liyakat ve Meşveret esası devletin dayandığı temel esaslar olunca, millet farklı bir aidiyet ve olgunun peşinde olmaz. Zira hukukunu koruyan bir yapı içinde gelişen her sosyal olayın devletin değer prensiplerine uygun yürüyeceğini bilir ve toplumsal gelişmenin tarafı olur.
Burada esas üzerinde durulması gereken husus, “meşveret” dediğimiz modern devlet anlayışında, kişilerin kendilerini özgürce ifade edecekleri platformlardır. Yani bireyin ihtiyaçlarını özgürce ifade ettiği, parlamento, senato veya yerel ve genel meclislerdir.
Bu aynı zamanda temel insan hakkı olan; “kişinin kendisini ifade etmesidir.”
Günümüzde insanlığın ulaştığı en zirve yönetim şekli kişilerin kendi kendilerini yönetme biçimi olan demokratik devlet anlayışıdır.
Demokrasi uygulamasında iki yöntem uygulanmaktadır. Birincisi, doğrudan demokrasi, ikincisi ise dolaylı demokrasidir. Doğrudan demokrasi de birey, doğrudan görüşünü ifade edebileceği imkâna sahip olmaktadır. Dolaylı demokrasilerde ise, demokratik kitle örgütleri ve siyasal partilerde kendisini temsilen parlamentoya göndereceği vekiller vasıtasıyla yönetimde söz sahibi olmasıdır. Her ikisinin de insan hakkının vesayet altına alınmaması temelinde, devlet yönetiminde fiilen bireylerin olmasıdır. Bu insan onurunu korumak adına da önemlidir.
Türk devlet geleneğinde, “kurultayların” varlığı ve yönetimde milletin etkisini anlamamız bakımından büyük öneme sahiptir. Ayrıca, Türk milletinin, millet olma bilincini ifade eden Türk milliyetçiliğinin sosyolojik esasları içinde, “kapsayıcılık” ilkesinin varlığı, demokrasi içinde birlikte yaşamada, devletin vatandaş olarak gördüğü her ferdi devletin eşit yurttaşı görmesi esastır. Bu durum birlikte yaşama kültürünün oluşmasında fonksiyonel bir yapıdır. Geçmişten günümüze kadar farklı kültürlerin ve farklı milliyetlerin mensubu insanlar, Türk milleti ve devleti içinde esenlikte yaşamışlardır. Hatta imtiyazlı durumların yaşandığı durumların olduğu da tarihi hakikattir.
15 Temmuz 2016 da ülkemizdeki terör kalkışması, demokrasiyi vesayet altına almak üzere, yüzlerce insanın şehit edilmesi karşısında, milletin bu hakkını bir başkasına kullandırmamak için ölümü göze almak suretiyle, yaşamıyla denk bir değer olarak görmesi, ülkemiz açısından demokrasi içinde birlikte yaşamanın anlamını insanlığa yaşayarak göstermiştir.
Sonuç olarak, insanların ortak değerler etrafında, birlikte yaşama kültürünü, hukuki temellerde tahakkuk eden bir devlet düzeni oluşturmak üzere geleceğini tayin etmek zorundadır. Bu zorunluluk aynı zamanda hukukla da temellendirilmelidir.

YORUMLAR